REKLAM ALANI

KHA HABERLER

ZAKİR KAYA:TÜRK BASINININ DOĞUŞU VE GELİŞİMİ


  Türk Basın Tarihi modülü, ilk Türk matbaasının kurulduğu 1727’den 2006 yılına
kadar uzanan 279 yıllık bir tarihin özetidir. Fotoğraflarla birlikte 65 sayfaya sığdırdığımız bu
modülün içeriğinde tarihi sürecin değişik izlerini bulacaksınız. Hangi izler mi bunlar?
Başta sancılı bir gelişim izleyen basın özgürlüğünün, sonra önemli gazetecilerin,
gazetelerin, dergilerin ve en önemlisi de siyasi tarihimizin dönüm noktalarının izleri… Bu
izleri takip ederek modülün sonuna geldiğinizde Türk basın tarihinin öyküsünün, aynı
zamanda demokrasi tarihimizin de öyküsü olduğunu, bunun yanında basının toplumsal ve
siyasi hayatımızın en önemli aktörlerinden biri olduğunu anlayacaksınız.
Bize göre bu modülün iki temel amacı var:
Bunlardan birincisi basın tarihimizin
dönüm noktalarını genel hatlarıyla aktarmak, ikincisi ve daha önemlisi ise sizlerde,
aktardığımız bu uzun tarihi sürecin köşe taşlarını oluşturan olayları, gelişmeleri daha ayrıntılı
olarak öğrenme merakı uyandırmak.
Gazetecilik merak etmekle başlar. Ve gazetecilik, içinde yaşanılan toplumun özellikle
yakın tarihi konusunda genel bir bilgi birikimini gerektirir.
Gazeteciliğe giden yolun başındayken bu durumun bilincine varmanız ve ilk adımı
atmanız dileğiyle…
1. CUMHURİYET ÖNCESİ DÖNEMDE
TÜRK BASINININ DOĞUŞU VE GELİŞİMİ
1.1. Basım Sanatının Osmanlı Devleti’ne Gelişi
Türk basınının doğuşu ve gelişimine girmeden önce matbaanın kuruluş sürecini
inceleyeceğiz. Alman Johann Gutenberg tarafından matbaanın icat edildiği 1440 tarihinde,
Osmanlı İmparatorluğu en parlak dönemlerini yaşadığı halde ilk Türk matbaası yaklaşık 300
yıllık gecikmeyle 1727 tarihinde kurulur.
Bu nedenle matbaacılığın yaygınlaşıp kitabın bollaştığı dönemde Osmanlı ülkesinde
kitap el sanatlarının bir bileşkesi olarak değerlendirildi. Yalnızca okunmakla yetinilmeyen,
yazılarının, tezhiplerinin, minyatürlerinin, cildinin güzelliğiyle görsel önem ve estetik değer
taşıyan bir nesne olarak algılandı. Değerli, pahalı bir nesne olan kitap, okuma yazmanın da
yaygınlık kazanmadığı göz önüne alınırsa, ancak varlıklı seçkinlerin sahip olabildikleri bir
“mal”dır. Kitaptan yararlanmak isteyenler, medreselerde, cami ve tekkelerde kurulan kitap
dolaplarından, daha sonra vakıf yoluyla oluşturulan kütüphanelerden yararlanmak
zorundadırlar. Bunun bilimsel ve kültürel gelişimi büyük ölçüde engelleyeceği açıktır.
Avrupa ülkelerine göre bilimsel, teknik ve kültürel alandaki geri kalmışlığımızın temel
nedenini bu uzun gecikme sürecine bağlayan aydınların sayısı azımsanamayacak kadar
çoktur. Atatürk, Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nin 5 Kasım 1925 tarihinde yapılan
açılış töreninde bu konuyla ilgili şunları söyler:
“….Uluslararası genel tarih içinde Türklerin 1453 zaferini, İstanbul'un fethini bir
düşünün; bütün bir dünyaya karşı İstanbul'u Türk toplumuna mal eden güç, aşağı yukarı o
yıllarda bulunan matbaayı ülkeye mal etmek için o zamanki hukukçuların uğursuz direncini
göğüsleyememiştir. Eskimiş hukukla dar düşünceli hukukçulardan buna izin koparabilmek
için üç yüz yıl, kuşkular, kararsızlıklar, üzüntüler içinde beklemek zorunda
kalmışızdır.’ (bk. Söylev ve Demeçler, II, s. 251).
1.1.1. Matbaanın Osmanlı Devletine Gelişini Geciktiren Nedenler
Matbaanın Osmanlı Devletine gelişini geciktiren nedenleri şöyle sıralayabiliriz:
 Hattatlığın yaygın bir meslek oluşu
 Dinsel tutuculuk ve yasaklamalar
 Teknik nedenler
 Okuryazar oranının düşüklüğü ve okuma alışkanlığının yaygınlaşmaması
İstanbul'da Hattat, Yazıcılar Loncasının 90 bin üyesi, matbaa yüzünden işsiz kalma
korkusuyla matbaaya karşı çıkar. Matbaanın kuruluşuna izin veren fermanın yayınlanması
üzerine Beyazıt Meydanı’nda toplanan hattatlar, yazı takımlarını tabuta koyarak protesto
gösterisi düzenlerler. Bu tepki, matbaanın gecikmesinde ekonomik ve sosyal yapının önemli
rol oynadığının göstergesidir
Matbaa Bizde Neden Gecikti
Batı'da matbaayı tüccarlar (burjuvazi), bizde devlet açtı! Bütün mesele
burada...Gutenberg piyasaya çalışan bir döküm ustasıydı; 'aydınlanma' için değil, kâr etmek
için matbaa yapmıştı. Kentleşme ve ticarileşmenin gelişmekte olduğu Avrupa'da matbaa da
hızla yayılmıştı.
Bizde ticarileşmenin o kadar gelişmemiş olmasına ve her şeyi devletin yapması
geleneğine bir de yazıcıların baskısı eklenince, matbaa iki buçuk asır gecikti!Bizde matbaayı
önce, Batı'yla yakın temas halindeki tüccar Yahudi cemaati açtı. Sonra, Batı'yla temas ve
ticarileşme vaziyetlerine göre Rumlar ve Ermeniler... Daha 'doğudaki' Ortadoğu toplumları
ise bizden de çok sonra... 
Matbaanın gecikmesinde dinsel tutuculuk ve yasaklamalar da önemli rol oynar.
Padişah 2. Beyazıt döneminde “baskı işinin ülkeye girmesi” yasaklanır, bu yasağa
uymayanların ölümle cezalandırılacakları fermanla duyurulur. 1. Selim zamanında özel
izinlerle bazı kitaplar basılıp yayınlansa da 1515 yılında yeniden yasaklanır. Katolik
mezhebinin Ermeniler arasında yayılmak istenmesi ve İstanbul’da bulunan matbaalarda
basılan İncillerin propaganda amacıyla dağıtılması üzerine matbaacılık faaliyetleri, Padişah
2. Mustafa tarafından bir kez daha yasaklanır. Bu yasak 1727 tarihine kadar devam eder.
Padişah 3. Ahmed’in ilk Türk matbaasının kuruluşuna dair fermanında, “fıkıh, tefsir, hadis-i
şerif ve kelam kitapları” dışındaki kitapların basılmasına izin verilir. Din kitabı basma yasağı
3. Selim dönemine kadar sürer. İlk din kitabı Risale-i Birgivi, 1803 yılında basılır.
Teknik nedenlerin başında ise kâğıt ve yetişmiş eleman sorunu gelir. Arap alfabe
sisteminin matbaa yapısı ile çelişmesi de matbaanın gecikmesinde rol oynayan önemli bir
faktördür. Osmanlı toplumunda okuryazar oranının düşük, okuma alışkanlığının
kazanılmamış olması da matbaanın gecikmesinde etkendir.
1.1.2. Matbaanın Osmanlı Topraklarına Gelişini Hızlandıran Nedenler
Osmanlı ülkesinde matbaanın kurulmasını, genellikle ülke dışındaki bazı hareketler
hazırlar. Bunları şöyle sıralayabiliriz:
 Arap harfleriyle Arapça basım yapılması
 Arap harfleriyle Türkçe basım yapılması
 Dışarıda basılan kitapların ülkeye sokulması
 Azınlıkların basımevi kurmaları
Arap harfleriyle ilk kitap İtalya’da 1514 yılında basıldı. İlk Kur’an basımı ise 1640
yılında İtalya’da gerçekleştirildi. 17. yüzyılda Osmanlı İmparatorluğu, Avrupa’nın büyük bir
kısmına ve Akdeniz’e egemen olduğu için Fransa ve İtalya’da Türkçe gramer kitapları
basıldı. Ayrıca 1630 yılında Fransa’da Kuran’ın Fransızca çevirisi yayımlandı.
Padişah 3. Murat’ın 1588 yılında yayınladığı fermanla, “gümrük parası ödemeden
ülkeye kitap sokmak ve satmak” izni verilir. İtalyan tüccarların başvurusu üzerine verilen bu
izin, yurt dışında Arapça, Farsça ve Türkçe olarak basılan kitapların Osmanlı topraklarında
sınırlı şekilde yayılmasının başlangıcı olur.
 Azınlıkların Basımevi Kurmaları
Türkiye’de ilk basımevi, Gutenberg’in Avrupa’da 1455 yılında ilk kitap olarak İncil’i
basmasından 38 yıl sonra kurulur. İspanya’dan uzaklaştırılan Yahudilerden bazıları Osmanlı
ülkesine sığınırken, ilk basımevini yanlarında getirirler. İlk matbaa İstanbul’da 1493 yılında
Musevi Hahamı Gerson tarafından kurulur. Yahudiler, 1510’da Selanik’te, 1554’te
Edirne’de, 1605’te Şam’da, 1646’da İzmir’de basımevleri kurarak, din, tarih ve dilbilgisi
kitapları bastılar. Gizli kurulan bu basımevlerinde baskı faaliyetleri de yasal olmayan
yollarla yürütülür.
İstanbul’da ilk Ermeni basımevi 1567 yılında Kumkapı’da kurulur. Bu basımevinde
birer yıl arayla dilbilgisi, dua ve dini ayin kitapları basılır.
İstanbul’da ilk Rum basımevini, Metaksas adlı bir Rum papazı Londra’dan getirdiği
basım araçları ile 1627 yılında kurar.
1494–1729 tarihleri arasında azınlıklar ve yabancı misyonlarca Türkiye’de açılan
basımevi sayısının 37’yi bulduğu sanılmaktadır.
1.1.3. Türkiye’de Basım Sanatının Kuruluşu
Osmanlı Devleti, sanayi devrimini yaşayan Avrupa ülkelerinin de zorlamasıyla
yeniliğe açık bir padişah olan 3. Ahmet ile Sadrazam Damat İbrahim Paşa döneminde, başka
bir deyişle Lale Devri’nde batı ile ilişkilerini geliştirdi. Sadrazam Damat İbrahim Paşa’nın
önayak olmasıyla, kütüphanelerin ve kütüphanelerdeki kitapların sayısı artırıldı. Çeviri
kurulu oluşturularak Doğu kaynaklı kimi eserlerin Türkçeye çevrilmesine başlandı. Çevirinin
ve kültürün önemine dikkat çeken bu girişimler matbaanın açılmasına hazırlık olarak
değerlendirilebilir. İlk Türk matbaasının kuruluşu, bu sürece bağlı olarak gerçekleşir.
Yirmisekiz Çelebizade Sait Efendi (?- 1761) İbrahim Müteferrika (1674-1745)
İbrahim Müteferrika, matbaa kurma hazırlıklarına basımevinin açılışından 8 yıl kadar
önce başlamış, bazı haritalar basmıştı. Fransa Elçisi Yirmisekiz Çelebi Mehmet Efendi’nin
oğlu Said Efendi ile ortak bir matbaa kurmak üzere anlaşan Müteferrika, matbaanın
yararlarını anlatan bir rapor hazırlayarak İbrahim Paşa’ya sundu. Bir süre sonra matbaa
açılmasına izin istemek üzere Sadrazam’a sunduğu dilekçeye Vankulu Lügati’nin basılmış
birkaç sayfasını da ekledi. Sadrazam’ın olumlu karşılaması ve Said Efendi’nin çabalarıyla,
Şeyhülislam, “matbaa kurulmasında din bakımından sakınca olmadığı” yolunda fetva verdi.
Bu fetva üzerine Padişah 3. Ahmet de 1727 yılı Temmuz ayında din kitapları basılmaması
koşuluyla matbaa açılmasına izin veren fermanını yayınladı.
İlk Türk basımevi, İbrahim Müteferrika ve Said Efendi tarafından, Müteferrika’nın
Sultan Selim semtindeki evinin alt katında 14–16 Aralık 1727 tarihinde kuruldu. “Darü’ttıbaatü’l
Amire” adı verilen basımevine, halk arasında “basmahane” denildi.
Hollanda’dan kitap basımı için dört, harita basımı için iki makine getirilerek,
matbaaya konuldu. Bu hazırlıkların ardından, iki yıl kadar süren çalışmalar sonunda İbrahim
Müteferrika Matbaasının ilk kitabı olan Vankulu Lügati 31 Ocak 1729’da yayınlandı. İmam
Ebu Nasr İsmail Bin Hammad el-Cevheri’nin, “Sihah il-Cevheri” adlı kitabının çevirisi olan
Vankulu Lügati, adını çeviriyi yapan Mehmet Efendi’nin lakabı olan Van Kulu’ndan alır.
1000 adet basılan kitap, ciltsiz olarak 35 kuruşa satılır.
İbrahim Müteferrika Basımevinde basılan diğer önemli kitaplar şunlardır:
“Tuhfetü’l-Kibar fi Esfari’l-Bihar, Tarih-i Hind-i Garbi, Grammaire Turgue, Usulü’lHikem
fi Nizami’l-Ümem, Füyuzat-ı Mıknatısîye, Kıtab-ı Cihannüma.”(İbrahim Müteferrika
Basımevi’nde basılan kitaplar ve daha sonra kurulan basımevleri hakkında ayrıntılı bilgi için
bk. Alpay KABACALI, Başlangıcından Günümüze Türkiye’de Matbaa Basın ve Yayın,
Literatür Yayıncılık)
1729–1741 yılları arasında 17 kitap yayımlanabildi. İbrahim Müteferrika’nın
ölümünden sonra uzun süre yayında duraklama oldu ve 18. yüzyıl sonuna kadar basılan
kitapların sayısı 45’i geçemedi. Bunlar dil, sözlük, tarih, coğrafya, sosyal bilimler, askerlik,
fen, eğitim, matematik vb. konuları içeriyordu.
Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde kitap basımı arttı. Tanzimat’a kadar yılda
ortalama 10 kitap basılırken, Tanzimat’tan sonraki ilk 20 yılda bu sayı 40’ın üstüne çıktı.
Meşrutiyet döneminde ise bir yılda yayımlanan ortalama kitap sayısı 300’ü geçti. Tanzimat
ve Meşrutiyet dönemlerinde basılan kitaplarda ele alınan konular arasına tıp, şiir, roman,
öykü, tiyatro, din ve sosyal bilimler girdi.
1.2. Türkiye’de Basın Yayın Hareketleri
Ülkemizdeki basın ve yayın hareketlerini tarih sahnesine çıkış sırasına göre iki başlık
altında incelemek gerekir.
Türkiye’de yabancı dilde yayınlanan gazeteler
Türkiye’de Türkçe yayınlanan gazeteler
1.2.1. Türkiye’de Yabancı Dilde Basılan İlk Gazeteler
Türkiye’de ilk gazeteyi Fransız devrimini izleyen yıllarda Fransızlar yayınladılar.
İstanbul’da Fransız Elçiliği Basımevi’nde 1795 yılında basılan “Bulletin des Nouvelles”
(Haberler Bülteni) adlı gazetenin yayınlanma amacı, “Fransız devriminin amaçlarını
Osmanlı ülkesindeki Fransızlara ve Türklere anlatmaktı.” Fransız elçisine, gazete çıkarma
yetkisi ve görevi bizzat Fransız Hükümeti tarafından verildi.
İstanbul’da ikinci gazete yine Fransız elçiliği tarafından 1796 yılında “Gazete
Française de Constantinople” (İstanbul’un Fransız Gazetesi) adıyla yayınlanır. Bu gazeteleri
daha sonra İzmir’de yayınlanan, haftalık “Le Spectateur Oriental”(1821), aylık “Le Smyrne”
(1824) ve haftalık “Le Courrier de Smyrneen” (1828) gazeteleri izledi. (Türkiye’de yabancı
dilde yayınlanan ilk gazetelerle ilgili ayrıntılı bilgi için bk. İNUĞUR, M. Nuri, Basın ve
Yayın Tarihi, Der Yayınları, İstanbul, 1992)
1.2.2. İlk Türkçe Gazeteler
Ülkemizde basın, diğer ülkelerde olduğu gibi siyasal, sosyal ve ekonomik olaylar
karşısında halk kitlesini aydınlatmak, kamuoyunu etkilemek yolunda, toplumca duyulan
isteklerden doğmaz. Hükümetin yaptığı işleri halka duyurmak amacıyla, özel buyrukla
ortaya çıkar; halkı aydınlatma, kamuoyunu etkileme niteliğini ise zamanla kazanır.
Bugünkü Türkiye sınırları içinde ilk Türkçe gazete, 11 Kasım 1831’de yayımlanan
Takvim-i Vakayi’dir. Ancak Osmanlı ülkesinde yayımlanan ilk Türkçe-Arapça gazete, Mısır
Valisi Kavalalı Mehmet Ali Paşa tarafından 20 Kasım 1828’de Kahire’de çıkarılan Vakayi-i
Mısriye gazetesidir. Gazetede yer alan haberlerin yarısından fazlası Türkçe, geri kalanı da
Arapça’dır. Gazete haftalık olarak yayımlanır. (Ayrıntılı bilgi için bk. TOPUZ, Hıfzı, 2.
Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi, Remzi Kitabevi, İstanbul, 2003.)
Resmi Gazete’nin Atası: Takvim-i Vakayi
Devlet yönetiminde yenilik yapılması yolunda büyük çaba harcayan Padişah 2.
Mahmud’un bu yöndeki en önemli etkinliklerinden biri ilk Türkçe gazete Takvim-i
Vakayi’nin (Olayların Takvimi) yayınlanmasıdır. Gazeteyi yayınlamak ve yönetmek üzere
Takvimhane Nezareti’ni kuran 2. Mahmud, “Bu gazete kutsal şeriata ve devlet düzenine
dokunmamak şartıyla, benim iktidarıma çok yardımcı olacaktır.”dediği gazetenin adını da
bizzat kendisi koyar: Mukaddeme-i Takvim-i Vakayı.
Takvim-i Vakayi’nin 1. sayısı Takvim-i Vakayi’nin Ermenice sayısı
Gazetenin yayınlanmasındaki amaç, iç ve dış olayları halka zamanında
duyurabilmektir. Gazeteyi yayımlamak amacıyla Beyazıt semtinde Takvimhane-i Amire
adıyla bir basımevi kurulur. Bu basımevinde 1 Kasım 1831 yılında haftalık olarak yayın
hayatına başlayan Takvim-i Vakayi’nin kısa süre sonra Fransızca (Le Moniteur Otoman),
Ermenice, Rumca (Ottomanikos Minitor), Arapça (Takvimü’l-Vakayi), Farsça, Bulgarca,
Ermeni harfleriyle Türkçe nüshaları yayımlanır.
Padişah 2. Mahmud’un isteği doğrultusunda sade dil kullanımına büyük önem verilen
gazetede haberler; iç haberler, dış haberler, askeri işler, bilimler, din adamlarının tayini,
ticaret ve fiyatlar olmak üzere altı bölüm halinde yazılır. Ancak gazete düzenli yayınlanma
ve güncel haber verme niteliğini hiçbir zaman kazanamaz. Gazetede haber toplamakla
görevli iki memur bulunur. Bunlar basın tarihimizin ilk muhabirleri olan Sarim Efendi ve
Sait Bey’dir.
İlk çeviri ve ilan Takvim-i Vakayi’de yayınlanır. Kırım Savaşı sırasında yaşanan
olayları okuyucuya iletmek amacıyla Varaka-i Mahsusa adında özel bir ek yayınlanır. Gazete
sık sık baskılarla karşılaşır ve kapatılır. İlk kapatılışı 1892’de bir dizgi hatası nedeniyle olur.
1908 yılına kadar kapalı kalan gazete, 2. Meşrutiyet’in ilanıyla tekrar yayımlanır. 1860
tarihinden sonra tamamen Resmi Gazete niteliğine bürünerek, haber sunma özelliğini yitirir.
Yaklaşık yüzyıl süreyle yayınlanan gazete, 24 Kasım 1922 tarihinde tamamen kapanır.
Ancak, TBMM tarafından 1920 yılında yayınlanan Ceride-i Resmiye Gazetesi, Takvim-i
Vakayi’nin Resmi Gazete niteliğinin devamıdır. Bu gazete 1922 yılında Resmi Ceride adını
alır. 1928’de ise TBMM tarafından Resmi Gazete’ye dönüştürülür. Resmi Gazete,
günümüzde düzenli olarak yayınını sürdürmektedir.
 Kapitülasyon Hediyesi: Ceride-i Havadis
Ceride-i Havadis’in 31 Temmuz 1840’ta yayınlanan birinci sayısı ve 27 Eylül 1864’te çıkan
Ruzname-i Ceride-i Havadis.
Ceride-i Havadis, ülkemizde özel sermaye ile çıkarılan ilk Türkçe gazetedir. Bu
gazetenin yayınlanış öyküsü oldukça ilginçtir. İngiliz Gazetesi Morning Herald’in muhabiri
olan William Churchill, Kadıköy’de özel izinle av yaparken Defterhane Kâtiplerinden Necati
Efendi’nin oğlunu yaralar. Churchill’in bu olay nedeniyle tutuklanması, sürekli olarak
Osmanlı Devleti’nin açığını yakalamaya uğraşan kimi Batılı devletlerin kapitülasyonları öne
sürerek şantajlara girişmesine yol açar. Bir dizi siyasal gelişmelerin sonunda Churchill
serbest bırakılır. Hariciye Nazırı Akif Paşa görevden alınır.
Olayın kapatılması karşılığında Churchill’e bir pırlantalı nişan, 10 bin kantarlık
zeytinyağı ihracı için ferman ve Türkçe gazete yayımlama “imtiyaz”ı verildi. Zeytinyağı
ihracı fermanını bir Rus tüccara 350 bin kuruş karşılığında satan Churchill, Akif Paşa’nın
Dâhiliye Nazırlığı’na getirilmesi nedeniyle gazeteyi çıkarmaya cesaret edemez.
Akif Paşa, dört yıl sonra görevinden ayrılınca, bir basımevi kurarak hazırlıklara
başlayan Churchill, 31 Temmuz 1840 yılında Ceride-i Havadis’i yayınlar. Gazete, Hamidiye
Türbesi’nin karşısında şimdiki 4. Vakıf Han’ın bulunduğu bir konakta basılır. İlk basıldığı
günlerde hiç satılmadığı için ilk üç sayısı bedava dağıtılır. Churchill, hükümete baskı
yaparak, gazetesine ayda 2 bin 500 kuruş yardım yapılmasını sağlar. Gazete, devlet
yardımından sonra yarı resmi gazete niteliğine bürünür.
Yabancı ülkelerde muhabir bulunduran gazetede dış haberlere büyük önem verilir,
haberler iç ve dış olmak üzere iki bölüm halinde yazılır. Kırım Savaşı’na muhabir gönderen
gazetede, savaş haberlerinin yayınlanmasıyla birlikte okuyucuların ilgisi artar. Savaş
haberleri, “Ruzname-i Ceride-i Havadis” adında tek sayfalık özel ek olarak yayınlanır.
William Churchill’in ölümünden sonra gazete oğlu Alfred Churchill’e miras kalır.
Alfred Churchill, Ceride-i Havadis’i kapatarak, Ruzname-i Ceride-i Havadis’in yayınına
devam eder. Bu sırada Tercüman-ı Ahval’in yayın hayatına başlamasıyla basın tarihimizin
ilk rekabeti yaşanır. Güçlü bir gazeteci-yazar kadrosuna sahip olan Tercüman-ı Ahval,
Ceride-i Havadis’i gölgede bırakır. Ceride-i Havadis ise zamanla kendiliğinden kapanır.
Türkiye'de basın hayatı nasıl başladı bilir misiniz? Bilmiyorsanız size Hıfzı Topuz
ustamızın "Türk Basın Tarihi" kitabını (Remzi, 2003) tavsiye ederim.
Oradan öğreniyoruz ki Türkçe yayımlanan 2. gazeteyi bir rezalete borçluyuz.
İstanbul'da yaşayan William Churchill adlı İngiliz tüccar, 1836 yılında bir gün Kadıköy'de
avlanırken yanlışlıkla bir çocuğu yaralamış. Tutuklanmış. İşe İngiliz elçiliği el koymuş
hemen... Yabancılar için geçerli kapitülasyonları hatırlatmış.
"Siz nasıl bir İngiliz yurttaşını tutuklarsınız" diye çıkışmış. Telaşlanmış Hükümet... İş
büyümüş. Churchill salıverilmiş. Dışişleri Bakanı azledilmiş. Churchill'e de özür niyetine 3
hediye verilmiş: Pırlantalı nişan... Zeytinyağı ihracı için ferman... Ve gazete çıkarma izni...
Ceride-i Havadis böyle doğmuş. Acaba doğumunda böyle bir utanç olduğundan mıdır Türk
basınının bir türlü düze çıkamaması?
(Milliyet, 12 Şubat 2004)
 İlk Fikir Gazetesi: Tercüman-ı Ahval
Tercüman-ı Ahval’in 22 Ocak 1861 tarihli 25. sayısı (Basın Müzesi)
Takvim-i Vakayi resmi, Ceride-i Havadis yarı resmi gazete niteliği taşıdığı için birçok
usta gazeteci, Türk basın tarihini Tercüman-ı Ahval ile başlatmak ister.
Bu nedenle Tercüman-ı Ahval’in yayınlanması hem gazetecilik hem de edebiyat ve
kültür tarihimizin dönüm noktası kabul edilir. Türk gazetecilerinin Piri sayılan Agâh Efendi,
hazineden yardım almadan 21 Ekim 1860 tarihinde Tercüman-ı Ahval gazetesini yayımlar.
Fikir gazeteciliğinde çığır açan ve kadrosunda ünlü edebiyatçıları barındıran gazetenin yayın
hayatına girdiği dönemde ülkede siyasi olaylar bakımından çok hareketli günler
yaşanmaktadır. Bu nedenle Tercüman-ı Ahval, fikir gazeteciliği niteliğiyle okurlardan yoğun
ilgi görür. Gazetede Şinasi, Ahmet Vefik Paşa ve Namık Kemal’in makaleleri yayınlanır.
İmzalı ilk başyazı, ilk siyasi eleştiri yazısının yanında, Şinasi’nin “Şair Evlenmesi”
adlı manzum oyunu basın tarihimizin ilk tefrikası olarak Tercüman-ı Ahval’de yayınlanır.
Yazı zenginliğine ve sayfa düzenine büyük önem verilen gazetede iç ve dış haberlerin yanı
sıra resmi haberlere, tüzüklere, antlaşmalara, piyasa-borsa haberlerine ve halkın ilgisini
çekecek inceleme yazıları yer alır.
Tercüman-ı Ahval, yayın hayatına 5 yıl gibi kısa bir süre devam ettikten sonra, 11
Mart 1866 yılında tamamen kapanır. İstanbul Gazeteciler Cemiyeti’nde Tercüman-ı Ahval’in
792. sayısına kadar olan nüshaları mevcuttur.
1.2.3. Tanzimat Döneminde Basın-Yayın Rejimi
1860’lı yıllar Osmanlı basınının canlanması, baskılar, kısıtlamalar ve yeni görüşlere
sahne olur. Basının canlanmasına paralel olarak yeni gazetelerin sayısı hızla artarken, genç
yazarlar da basın alanında öne çıkmaya başlar.
27 Haziran 1862 yılında yayımladığı Tasvir-i Efkâr gazetesinde millet kavramını ilk
kullanan yazarlardan biri olan Şinasi, yazılarında kamuoyunun önemine değinerek devleti,
“milletin temsilcisi sıfatıyla işleri yöneten ve milletin refahı için çalışan bir müessese” olarak
tanımlar.
Şinasi’nin uğradığı bir iftira nedeniyle Paris’e kaçmasından sonra Tasvir-i Efkâr’ın
yönetimi Namık Kemal’e kalır. Namık Kemal, 25 yaşında Tasvir-i Efkâr’ın başyazılarını
yazmaya başlar. Yazılarında ağırlıklı olarak yenilik ve özgürlük konularına değinen Kemal,
aydın çevrelerde geniş yankı uyandırır. Bu dönemde yayımlanan Muhbir Gazetesi,
kamuoyuna bir başka genç yazarı, Ali Suavi’yi tanıtır.
Yaşadıkları döneme göre oldukça ileri görüşleri savunan yazar ve gazeteciler, giderek
yurttaşlık haklarına dayalı yasalar düzeni kurulmasını önererek, çözüm yolu olarak halkın
oylarıyla seçilen bir parlamentonun toplumsal yaşamı yönetmesini isteyince, kendilerine
yönelik siyasi tepkiler artar. Gazeteci ve yazarlar, 1865 yılında Yeni Osmanlılar
Cemiyeti’nin kuruluşuna öncülük ederken, Osmanlı Devleti’nin iç ve dış alanda yaşadığı
siyasi ve ekonomik bunalımların da etkisiyle, demokratik istekleri kısıtlama ve baskı altına
alma yoluna gidilir.
Basına Konan İlk Yasaklar
Basınla ilgili ilk yasaklar, 1858 tarihli Ceza Kanunu’yla başlar. Fransız Ceza
Kanunu’ndan çevrilerek kabul edilen kanunun basınla ilgili 138. maddesinde, “Matbaalarda,
yüce saltanat, yöneticiler, Osmanlı tebaasından bir millet aleyhinde yayın yapılması”
yasaklanır. 139. maddede, “Genel adaba aykırı mizah yazıları ile müstehcen resim
basılması”, 213. maddede ise “Afiş ve yayın yoluyla başkasına asılsız suç yüklemek”
yasaklanır. Söz konusu üç maddede, yasaklamalara uymayanlar hakkında hapis cezasını da
içeren çeşitli cezalar öngörülür.
1864 yılında ilk Matbuat Nizamnamesi (Basın Tüzüğü) yayınlanır. Osmanlı
topraklarında gazete yayıncılığını ön izin koşuluna bağlayan tüzükle yabancı ülkelerde
basılan ve Osmanlı Devleti’ne saldırı ya da düşmanlık niteliğinde yayın yapan gazetelerin
ülkeye sokulması yasaklanır. Çeşitli basın suçları ve bunlar için verilecek cezaların
belirlendiği tüzük, hapis ve para cezalarının yanı sıra geçici ya da süresiz kapatma cezalarını
da kapsar.
Muhbir Gazetesi, Ali Suavi’nin hükümetin özellikle de Sadrazam Ali Paşa’nın Girit
konusundaki dış politikasını eleştiren yazıları nedeniyle 8 Mart 1867 tarihinde kapatılır.
Namık Kemal’in Tasvir’i Efkâr gazetesinde, “Osmanlı Devleti’nin Şark meselesinden
dolayı şiddetli bir buhran içinde” olduğu görüşüne yer verdiği “Şark Meselesi” başlıklı bir
makale yazması üzerine gazetecilik yapması yasaklanır.
Muhbir’in kapatılmasından birkaç gün sonra 12 Mart 1867 tarihinde gazetelere Ali
Paşa’nın Kararnamesi gönderilir. Başta Namık Kemal olmak üzere birçok gazeteci ve
yazarın “Ali Paşa’nın kararnamesi” olarak adlandırdıkları Kararname-i Ali (Yüksek
Kararname) ile Basın Tüzüğü’nün hükümleri dışında kalan durumlarda da hükümete gazete
kapatma yetkisi verilir. Amaç, hükümet aleyhindeki yayınları önlemektir. Hıfzı Topuz, “2.
Mahmut’tan Günümüze Türk Basın Tarihi” kitabında, Kararname-i Ali’nin basın açısından
etkilerini şöyle anlatır:
“Kararname bir sayfa bile tutmaz. Ama neler yoktur bu kararnamede? Gerçekte o
kararnamedeki sözler basın özgürlüğünün her zincire vuruluşunda söylenen sözlerdir:
‘…Der saadet’te (yani İstanbul’da) yayınlanmakta olan gazetelerin birtakımının bir
süreden beri kullandıkları dil ve tuttukları yol…
… Memleketin genel çıkarlarına karşı aşırılıklar…
… Devlete dil uzatanlar…
… Fesat aleti olarak birtakım zararlı düşünceleri ve yalan haberleri yazanlar…
… Halkın durumunun iyileştirilmesi ve memleketin ilerlemesine her vakitten ziyade
çaba gösterildiği bir sırada...
… Asayişin ve düzenin korunması için…
… Bu kurala aykırı davranan gazetelerin, bütün devlete ve millete olan zararlarının
önlenmesi için…
Matbuat Nizamnamesi hükümlerinin dışında olarak hükümetçe eğitici ve önleyici
önlemler alınmasına karar verilmiştir. İş bu Kararname geçicidir. Bunu yaratan koşullar
ortadan kalkınca Kararname de kaldırılacaktır.’
Kararname geçici olarak çıkarılmıştır, ama 1909’a kadar yürürlükte kalmıştır. Çünkü
kararnamenin çıkartılmasına neden olan koşullar ortadan kalkmamıştır! Kalkamaz da kolay
kolay. İş başına gelen her hükümet bu kararnameyi kendine göre kullanmış ve basına
zincirler vurmaya yönelmiştir.
Nasıl uygulanmıştır bu kararname? İşte bazı örnekler:
Mizah gazetesi Diyojen 1871’de 15 kez kapatıldı. Aynı yıl İbret Gazetesi bir yıl
yasaklandı. İbret 1872’de yeniden 4 ay kapatıldı. 1873’te Diyojen kapatıldı…”
Kararname-i Ali, gazeteciler için sürgün cezası öngörmediği halde, Ali Suavi evinden
alınarak, Zaptiye Nezareti’ne götürüldükten sonra Kastamonu’ya sürgüne gönderilir.
Kapatılan Tasvir-i Efkâr’ın yazarları Namık Kemal, Erzurum’a Vali Yardımcısı, Ziya Paşa
ise Kıbrıs’a Mutasarrıf olarak atanarak, memuriyetle İstanbul’dan uzaklaştırılırlar.
1.2.4. Tanzimat Dönemi’nde Yurt Dışında Basın
Yabancı ülkelerde Jön Türkler olarak tanınan gazetecilerin Tanzimat döneminde yurt
dışındaki basın faaliyetleri iki faktöre bağlı olarak gelişir.
 İç faktör: Türkiye’de basın üzerinde baskıların artması, Kararname-i Ali’nin
yayınlanmasından sonra Muhbir ve Tasvir-i Efkâr gazetelerinin kapatılması,
yazarlarının sürgün ve memuriyetlerle İstanbul’dan uzaklaştırılmalarıdır.
 Dış faktör: Bir süredir Paris’te oturan Mısırlı Mustafa Fazıl Paşa’nın Yeni
Osmanlılardan bazılarını yurt dışına çağırmasıdır.
Mustafa Fazıl Paşa’nın çağrısı üzerine Namık Kemal, Ziya Paşa, Agâh Efendi, Reşad,
Nuri ve Rıfat Beyler 1867 yılında Paris’e kaçarlar.
Fransa’da yapılan toplantılar sonunda, Genç Osmanlılar Cemiyeti adına Londra’da
Türkçe olarak bir gazetenin çıkarılmasına karar verilir. Ali Suavi’nin yönetiminde ilk sayısı
31 Aralık 1867’de Londra’da çıkan ve yayını 3 Kasım 1868’e kadar sürdürülen Muhbir, aynı
zamanda yurt dışındaki Türk gazeteciliğinin de başlangıcını simgeler. Muhbir gazetesinde,
çağdaş Türkiye düşüncesinde yer alan özlem ve istekler ilk kez açık bir şekilde dile getirilir.
Kısa bir süre sonra Yeni Osmanlılar bazı görüş ayrılıkları nedeniyle Muhbir’in,
derneği temsil eden bir gazete olamayacağı görüşünü dile getirerek, derneğin yayın organı
olarak 29 Haziran 1868’de Londra’da Hürriyet gazetesini yayınlarlar. Namık Kemal,
Hürriyet’te özellikle “Meşveret Usulü Hakkında Mektuplar” başlıklı ünlü yazı dizisiyle,
Türkiye’de demokratik bir sivil topluma yönelme özlemini, oldukça seçkinci bir dille
savunur. Ancak ortaya çıkan çeşitli uzlaşmazlıklar sonucunda 6 Eylül 1869’da Namık Kemal
gazetenin yönetimini bırakır. 22 Haziran 1870’de basılan son sayısına kadar Hürriyet’i Ziya
Bey yönetir. Namık Kemal 1869’da, Ziya Paşa da 1871’de Türkiye’ye dönerler.
Muhbir’in özellikle geniş halk kitlelerine dönük canlı, kolay anlatımlı diline karşılık,
seçkinci bir tavırla Yeni Osmanlı aydınlarına özgü düşünce ve kavramları kullanan Hürriyet,
genellikle Türkiye’nin ilk düşünce gazetesi olarak nitelenir.
Muhbir’in kapatılmasından sonra Paris’e dönen Ali Suavi, 26 Temmuz 1869’da 64
sayfalık küçük bir kitap görünümü taşıyan Ulum dergisini çıkarır. Suavi, dergiye modern
bilimlerin yanı sıra felsefeden de söz eden bir bilgi ve eğitim ansiklopedisi niteliği
kazandırır.
Hüseyin Vasfi Paşa ile Mehmet Bey tarafından 1870 yılında Cenevre’de İnkılâp
gazetesi yayımlanır.
1871 yılında Sadrazam Ali Paşa’nın ölümü nedeniyle Mahmut Nedim Paşa Sadrazam
olur. Bu tarihte Yeni Osmanlılar Cemiyeti üyesi gazetecilerden sadece Namık Kemal yurda
dönmüştür. Yeni sadrazam şerefine genel af ilan edildikten sonra, yurt dışında bulunan
gazetecilerin değişik tarihlerde yurda dönmesi üzerine yurt dışındaki basın faaliyetleri sona ERER
1.2.5. Basına Uygulanan İlk Sansür
Yurt dışındaki basın faaliyetlerinin sonra ermesini izleyen yıllarda Türk basınında yine
canlı bir dönem yaşanır. Özellikle Ahmet Mithat Efendi’nin Aleksan Sarrafyan’ın İbret
gazetesini 1872’de devralması, ülke içinde etkin bir düşünce gazetesinin ortaya çıkmasını
sağlar. Namık Kemal’in başyazarlığını yaparak, yeni görüşleri topluma yaymaya çalıştığı
İbret gazetesi, çeşitli kapatılma cezalarının ardından Namık Kemal’in “Vatan Yahut Silistre”
oyununun sahnelenmesinden sonra tümüyle kapatılır. Namık Kemal Magosa’ya, Ahmet
Mithat ile Ebüzziya Tevfik de Rodos’a sürülürler.
Gazetelerin kapatılması ve gazetecilerin sürgün edilmesine neden olan Kararname-i
Ali’nin basını susturmak için yeterli gelmemesi üzerine, 11 Mayıs 1876 tarihinde yeni bir
kararname yayınlanarak basına sansür uygulaması hayata geçirilir. Sadrazam Mahmut
Nedim Paşa tarafından yayınlanan Ali Kararname’de kısaca şöyle denilir:
“Osmanlı basınında çıkan yazılara hükümet gerekli dikkati göstermiş ve çoğu zaman
gazeteleri süreli veya süresiz olarak kapatmışsa da basın inzibat altına alınamamıştır. Bunun
için gazetelerin baskıdan önce denetimine karar verilmiştir. Bu karar da geçicidir…”
Basiret gazetesi, sansür kararnamesini yayımladıktan sonra, altına “Matbaamızın
makinesi kırıldığından birkaç gün gazetemizin neşrine muktedir olamayacağımızı
müşterilerimize ilan ederiz” diye yazarak, sansürü protesto eder.
Sabah gazetesi de ilk gün, sansürün yasakladığı yazıların yerlerini boş bırakarak
yayımlanır. Gazete, iç ve dış haberleri genellikle ikinci ve üçüncü sayfalarında verdiği için
bu sayfaların yarısının yazısız çıkması, okurlara sansürlenen haberlerin içeriğini açıkça
gösterir. Gazetede sansürlen yerlerin beyaz bırakılarak yayınlanması yöntemini dünyada ilk
kez uygulayan gazeteci Sabah gazetesi Başyazarı Şemseddin Sami’dir.
Sadrazam Mahmud Nedim Paşa, basının gösterdiği bu tepki üzerine birkaç gün sonra
görevinden ayrılır. Yerine geçen Rüştü Paşa sansür kararnamesini yürürlükten kaldırır.
1.3. Meşrutiyet ve İstibdat Dönemi Basını
1. Meşrutiyet, Türkiye’de ilk anayasanın ve ilk meclisin hayata geçtiği dönemdir. 2.
Abdülhamit’in tahta çıktığı yıl, Kanun-i Esasi (Anayasa) hazırlanarak, 23 Aralık 1876
tarihinde yürürlüğe konulur. Ardından ilk Meclis-i Mebusan, 19 Mart 1877 ‘de toplanır.
Böylece 1. Meşrutiyet dönemi başlar.
Özgürlük ortamı etkisini basında kısa sürede gösterir. Sürgün ya da hapisteki
gazetecilerin işlerinin başına dönmeleri ile basında canlılık ve eleştiri ortamı oluşur. Yeni
gazeteler yayınlanır. Ancak bu özgürlük ortamının sağlam temellere dayanmadığı,
Anayasa’nın 12. maddesinde yer alan, “Basın kanun dairesinde serbesttir.” ifadesinden
anlaşılıyordu. Eski Matbuat Nizamnamesi ve Kararname-i Ali de yürürlükteydi. Nitekim bir
süre sonra, Mizah gazeteciliğinin önemli isimlerinden Teodor Kasap, Hayal gazetesinde,
“Matbuat kanun dairesinde serbesttir” yazısıyla, elleri ve ayaklarına zincire vurulmuş bir
Karagöz deseni yayınladığı için 3 yıl hapse mahkûm olur
Bu dönemin önemli olaylarından biri Mithat Paşa’nın Sadrazamlığı sırasında Kanun-i
Esasi’ye uygun bir basın yasası hazırlanması için hazırlıklara başlanmasıdır. Mithat Paşa’nın
görevden uzaklaştırılması üzerine basın yasasının niteliği değişir. Tasarıya, gazete çıkarmak
için kefalet akçesi yatırılması ve ruhsat alınması zorunlulukları ile ülkede mizah gazetesi
yayınının yasaklanmasını içeren maddeler konulur. Meclis’te uzun tartışmalardan sonra
kefalet akçesi ve mizah gazetelerinin yasaklanmasını içeren maddeler çıkarılarak, tasarı 2
Mayıs 1877 tarihinde kabul edilir. Abdülhamit’in onaylamaması nedeniyle ilk Basın Kanunu
yürürlüğe giremeden, Padişahın özel kaleminde unutulmaya mahkûm olur.
Bu sırada Osmanlı-Rus savaşı başlar. Bu savaşı gerekçe gösteren Abdülhamit, 14
Şubat 1877’de Kanun-i Esasi’nin 113. maddesine dayanarak ülkede sıkıyönetim ilan eder.
Abdülhamit, halkın parlamento hayatı için henüz hazır olmadığını, Anayasa’nın da şeriata
uygun bulunmadığını ileri sürerek, 14 Şubat 1878’de Meclis-i Mebusan’ı kapatır. Bu tarihte
1. Meşrutiyet dönemi sona erer, İstibdat Dönemi başlar.
1.3.1. İstibdat Döneminde Basın Sansürü
Padişah 2. Abdülhamit’in 1908’te 2. Meşrutiyet’in ilanına kadar süren, İstibdat
Dönemi’nde üç tür sansür uygulanır:
Türkçe ve azınlıkların dilleriyle yayınlanan gazetelerin sansürü
Bu sansürün uygulanması amacıyla 1878’de kurulan sansür heyeti, İçişleri Bakanlığı
İç Basın Müdürlüğü’ne bağlanır. Gazete yazı işleri müdürleri, gazeteye girecek bütün
yazıların provalarını her akşam sansür kuruluna sunmaya başlarlar. Sansür memurları,
gerekli gördükleri yazı, paragraf, cümle veya kelimeleri çıkardıktan sonra gazeteye geri
gönderirler.
 Türkiye’de ve dışardan gelen yabancı dillerde basılan gazetelerin sansürü
Bu yayınların sansürüyle Dışişleri Bakanlığı’na bağlı Matbuat-ı Hariciye Müdürlüğü
görevlendirilir. Yabancı ülkelerden gönderilen yayınlar daha gümrükten geçmeden
memurların kontrolünden geçer.
 Yerli ve yabancı kitap sansürü
1880’de Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı olarak Encümen-i Teftiş ve Muayene Kurulu
kurulur. Kurul, siyasal olmayan sürekli yayınların ve kitapların sansürü ile ilgilenir. 1897’de
yine Milli Eğitim’e bağlı olarak Tetkik-i Müllefat Komisyonu (Yazılmış Kitapların
İncelenmesi) ile Kütüb-ü Diniye ve Şeriye Tetkik Heyeti (Din Kitaplarını İnceleme Kurulu)
kurulur.
İstibdat Dönemi’nde sansürün nasıl uygulandığını, dönemin gazetecilerinin
anılarından inceleyelim
DİZGİ YANLIŞLARI VE YASAKLAR
Abdülhamit sansürünün, Türk romanının önde gelen
isimlerinden Halit Ziya Uşaklıgil’e edebiyata dair hiçbir yazı yazmama kararı aldıracak
kadar korkunç boyutlara ulaştığının çarpıcı bir göstergesidir.
ŞİİR YASAĞI, SUSMA KARARI
Halit Ziya Uşaklıgil
Son büyük hikâyem Kırık Hayatlar’ın tefrikası bir yaza rastlıyordu, ben de hasta
çocuğumla uğraşarak o yazı Büyükada’da geçiriyordum; zaten memleketin havasından,
hususi hayatımın içine zehrini akıtmaya başlayan bir matemin kokusundan, bir de sanat ve
fikir dünyasının üzerine çöken şu kara buluttan öyle bezgin haldeydim ki, bir gün karşıma
sansürde delik deşik olmuş bir müsveddeyi neşredilecek bir şekle çevirmek için uğraşırken,
birden durdum. Donuk bir beynin içinde bir sorgu, sanki bulanık bir su içinde kıpırdanan bir
mahlûk vardı: Ne için?
Bu sorgunun bezginlik içinde verilecek cevabını kestirmek zor değildir. Kalemimi,
kırgınlığımın olanca şiddetiyle, kırmızı kalemle çizilmiş olan bir fıkranın ortasına sapladım;
kalem o fıkrayı, altında kâğıtları da delerek tahtaya geçip orada birkaç saniye, sanki can
acısıyla sızlayarak titredi. Kırık Hayatlar orada böyle belinden saplanarak yaralayan bir
hançerle vurulup kaldı, ta uzun yıllardan sonra tekrar canlanıp dirilinceye kadar…
O günden sonra kırılmış kalemin edebiyatla bir ilişiği kalmadı; yıllarca da
Meşrutiyet’in ilanına kadar, ne basılmak için ne saklanmak için, edebiyatla ilişiği olabilecek
tek bir satır yazmadım.
(Kırk Yıl, yeni bas.İst, 1969)
 Yasaklanan Sözcükler
İstibdat Dönemi’nde bazı kelimelerin kullanılması yasaklanır. Yasaklanan
sözcüklerden bazıları şunlardır: “Kanun-i Esasi, hürriyet, vatan, Bosna, Makedonya, Girit,
Kıbrıs, büyük burun, cumhuriyet, mebuslar, Mithat Paşa, Namık Kemal, inkılâp,
tahtakurusu, hasta, kardeş, grev, suikast, ihtilal, anarşi, sosyalizm, dinamo, dinamit, hal…”
Kitapların Yakılışı
Hıfzı Topuz’un “2. Mahmut’tan Holdinglere Türk Basın Tarihi” kitabında, İstibdat
Dönemi’nde kitapların yakılmasına ilişkin Mabeyn Başkâtipliği’ne, yani Saray’a yollanmış
bazı belgelere yer verir:
“Encümeni Teftiş ve Muayene’nin el koyduğu 150 çuval kadar kitap ve belgenin, önce
Kâğıthane bölgesinde yakılıp yok edilmesi öngörülmüştü. Sonra bundan vazgeçildi,
kitapların Milli Eğitim Bakanlığı arkasındaki bahçede, bir demir kafes içinde yakılması
uygun görüldü. Fakat ne kadar dikkat edilirse edilsin, yanarken bazı kâğıtların havaya
En ufak bir dizgi yanlışı bir gazetenin kapanması, imtiyaz sahibinin sorguya çekilmesi
için yeterli bir suç yaratmış olurdu. İkdam gazetesinin, Abdülhamit’in tahta çıkış gününe
rastlayan 31 Ağustos’ta yapılan şenliklerden söz ederken kullandığı “Leyle-i Mes’ude”
(mutlu gece) deyimi ayın harfinin düşmesiyle mesude biçiminde basılmıştı. Mesude sözcüğü
ise siyah anlamını belirten bir kökten çıkardı. Buna dayanarak tamlamanın anlamı kara gece
olabilirdi. İşte bundan ötürü İkdam gazetesi kapanmıştı.
Böyle bir tehlike gazetelerin başına asılmış bir kılıç gibi her zaman vardı. İmtiyaz
sahipleri bunun olabileceği ölçüde önüne geçmek için bir yol düşünmüşlerdi. Padişahtan en
çok cuma namazları nedeniyle söz edilirdi. Cuma selamlıklarına özgü olmak üzere beş altı
tane kalıp yaptırmışlardı. Bunlar az çok ayrılığı olan anlatımlarla Allah’ın yeryüzündeki
gölgesinin Hamidiye Camiine cuma namazı için nasıl çıktığını gösterişli, basmakalıp bir
dille belirtirdi. Bu kalıplar baş dizgicide dururdu. Her hafta sırayla birini gazetenin en başına
koyar ve sonra yeniden basardı. Böylece hiç olmazsa cuma selamlıkları yazısından ötürü
korkulu bir dizgi yanlışının önüne geçilmişti.
Bazı kelimeler vardır ki onların kullanılmasının doğru olmayacağını bütün yazarlar
bilirlerdi. Örneğin burundan söz edilemezdi. Çünkü Tanrının yeryüzündeki gölgesinin çok
büyük, kural dışı ve gösterişli bir burnu vardı. Burun sözünün onunla alay edilmesi sonucunu
yaratacağı kanısına varılmıştı. Ben İzlanda Balıkçısı kitabını çevirirken coğrafyayla ilgili
burun sözü geldikçe “karaların denizlere doğru ilerlemiş bölümleri” diye yazıyordum. Artık
böyle bir çevirinin zavallı Loti’nin eserini kirletmekten başka bir anlamı olamayacağı
doğaldı.
(Edebiyat Anıları, Haz. Rauf Mutluay, İst. 1975)
Servet-i Fünün’un sahibi ve başyazarı Ahmet İhsan, sansürle ilgili anılarında şunları
anlatır:
“Sansür son dereceyi bulmuştu. Hamidiye suları yeni akıtılmış ve çeşmeler açılmıştı.
Dr. Besin Ömer Paşa sular hakkında bir makale yazdı; çeşme başında bir ihtiyar adamın dua
ettiğini gösterir artistik bir renkli resim de basılacaktı. Sansür buna soru işareti koydu ve ben
şaşırdım. Baş sansürcü Kara Kemal Bey’e bir tezkere yazdım. Gelen cevap şudur:
‘Azizim,
Çeşme resmi hakikaten pek güzel. Dua da herkesin gözünde şüphesiz ki kutsaldır.
Lakin bugünlerde gazetelerden neyi çıkartacağımı, neyi bırakacağımı bilmiyorum. Çünkü
kötü düşünceli kimseler bu güzel resmi görür görmez, ‘Hah, işimiz duaya kaldı’ demek
istediğimizi sanırlar. Mademki klişesini yaptırmışsınız, ileride uygun bir zamanda koymanız
için haber veririm. Olimpiyat oyunlarına gelince, onların yayınlanmasına uygun zaman
henüz gelmedi. Yayınlamayınız. Diğerlerine ruhsat verilmiştir.
18
24 Mayıs 1896.”
Aşağıda yer verdiğimiz hatıdağılacağı ve çıkacak dumanların da dışarıdan yangın sanılacağı üzerinde duruldu. Çünkü
geçen yıl bazı belgeler bahçede yakılırken, tulumbacılar bunu yangın sanıp işi
karıştırmışlardır.
Bu yüzden kitap ve belgelerin Çemberlitaş Hamamı’nda yakılması daha doğru
görülmüştür. Çünkü bakanlığın mahzenine açılan bir geçitten Hamam’ın külhanına
geçilebilir. Kitaplar böylece hiç kimse görmeden Hamam’a taşınabilecektir… “
“150 çuval zararlı belgenin kimse görmeyecek şekilde Çemberlitaş Hamamı’na
taşınması için bugün Bakanlığın bahçe duvarında bir geçit açıldı, saat altı buçukta belgelerin
yakılmasına başlandı ve vaktin müsaadesi ve külhanın alabildiği ölçüde saat on buçuğa kadar
13 çuval yakıldı. Belgeler tamamen kül haline getirildikten sonra üzerine su dökülüp
mahvedildi…” (7 Mayıs 1902)
“Bugün saat on ikide toplanıldı. Akşam saat on buçuğa kadar 22 çuval yaktırıldı. Her
ne kadar yanan belgeler bir kül yığını haline geldiyse de hamam külhanında iz bırakılmaması
için üstüne su dökülerek çamur haline getirildi. Sonra bakanlığın yanındaki bahçede kazılan
çukurun içine doldurularak üzeri toprakla örtüldü…” (8 Mayıs 1902)
“Bugün de sabahleyin on ikiden akşam on ikiye kadar zararlı ve yasak edilmiş
kitaplardan beş çuval daha yaktık. Böylece yakılan kitap ve risalelerin sayısı 165 çuvala
yükselmiş oldu…” (12 Mayıs 1902)
Basına Sağlanan Çıkarlar
Abdülhamit’in hükümdarlığı döneminde, gazetecilere çeşitli kaynaklardan ödenekler
sağlanır ve nişanlar verilir.
Yabancı gazetelerde çıkacak olumsuz haber ve yorumları önlemek için de çeşitli
yollara başvurur. Yabancı gazetecilere çeşitli çıkarlar sağlanır.
1.3.2. İstibdat Döneminde Gazete ve Dergiler
 Tercüman-ı Hakikat ve Ahmet Mithat Efendi
II. Abdülhamit döneminin Türkiye basınındaki en tanınmış yazarı Ahmet Mithat
Efendi’dir. Kendisine “yazı makinesi” dedirtecek kadar çok yapıt ortaya koyar. Halka
yönelen, halkın anlayabileceği basit bir dilde yazı yazma çığırını açarak, halk tipi
gazeteciliğin kurucusu olur. Ahmet Mithat Efendi, 8 Temmuz 1878’de yayımlamaya
başladığı dört sayfalık Tercüman-ı Hakikat gazetesinin en az yarısını batı basınında yaptığı
çevirilerle, kendi yazı ve romanlarıyla doldurur. Bu yazılarla halkın kültür düzeyini
yükseltmeyi amaçlayan Mithat Efendi, gazetesinin bir “okul” niteliği taşımasını
öngörüyorduSabah ve Mihran Efendi
Sabah gazetesinin 9 Mart 1876’da çıkan ilk sayısı. (Basın Müzesi)
Sabah Gazetesi 1876 yılında yayımlanmıştır. Gazetenin sahibi Papadopulos adında bir
Rum, başyazarı ise Şemseddin Sami’dir. Gazete, 1882’de Mihran Efendi tarafından satın
alınarak yeni bir yayın dönemine başlar. Sabah Gazetesi’nin en büyük rakibi İkdam
gazetesidir.
Sonradan Sabah gazetesinde çalışan gazeteciler arasında şu isimler yer alır: Hüseyin
Cahit Yalçın, Adnan Adıvar, Ahmet Emin Yalman, Ahmet Rasim.
 İkdam ve Ahmet Cevdet
Ahmet Cevdet tarafından 5 Temmuz 1894’te yayımlanan İkdam gazetesi, dönemin en
önemli yayın organlarındandır. Ahmet Cevdet, İkdam’ı, “Siyasi Türk gazetesi” olarak
niteleyerek, Türkçülük akımına öncülük etmiştir. Tirajı 40.000’lere ulaşan İkdam,
Türkiye’ye ilk rotatifi getiren gazetedir.
 Servet-i Fünûn Dergisi
Bu dönemde dergiler gazetelere göre daha çok önem kazanmıştır. En önemli dergi
1891 yılında yayımlanan Servet-i Fünun dergisidir. Dergi, Edebiyat-ı Cedide ile Fecr-i Ati
akımını hazırlayanlara yuva olur. Derginin kadrosunda, Tevfik Fikret, Cenap Şehabettin,
Halit Ziya, Süleyman Nazif gibi ünlü yazarlar yer alır.1.3.3. İstibdat Döneminde Yurt Dışında Basın
Abdülhamit, Mebusan Meclisi’ni dağıttıktan kısa bir süre sonra yurt dışında Jön Türk
gazetelerinin çıkmaya başladığını görüyoruz. 1889 Mayıs ayında İttihat ve Terakki
Cemiyeti’nin kurulmasından sonra yabancı ülkelerdeki gazetelerin sayıları ve etkinlikleri
artar. Bu dönemde on üç yabancı ülkede gazete çıkartılır: İngiltere, Fransa, Avusturya,
İsviçre, Belçika, Bulgaristan, Romanya, İtalya, Yunanistan, Kıbrıs, Mısır, Amerika ve
Brezilya. Bu gazetelerin çoğu Türkçe, bazıları Fransızca, Arapça, Almanca, İngilizce ve
İbranice yayınlanır.
İstibdat döneminde iz bırakan Jön Türk gazeteleri arasında şunlar önemlidir:
Meşveret (Danışma): 1895 yılında Ahmet Rıza Bey tarafından Paris’te çıkarılır.
Türkçe ve Fransızca olarak yayınlanır. Türkiye’deki baskı yönetimini anlatan
haberlere ve inceleme yazılarına yer verilir. Osmanlı hükümetinin gazetenin
kapatılması için Fransız hükümetine başvurması üzerine Ahmet Rıza Bey,
Meşveret’i önce İsviçre’ye sonra da Belçika’ya taşır.
Ezan: Tunalı Hilmi, Ezan’ı 1896’da Cenevre’de çıkarır.
Mizan (Terazi): Mizancı Murat Bey’in 1897’de kurduğu bu gazete önce
Kahire’de, sonra Cenevre’de yayınlanır.
Osmanlı: Mizan’ın kapatılması üzerine İttihatçılardan İshak Sukuti ile Abdullah
Cevdet, 1 Aralık 1897’de Cenevre’de Türkçe ve Fransızca yeni bir gazete
yayımlarlar. Osmanlı gazetesi, 1 Haziran 1900’e kadar Cenevre’de çıktıktan
sonra İngiltere’de yayınına devam eder. Osmanlı gazetesi 120. sayısından sonra
Kahire’de yayınlanır.
1.4. Meşrutiyet Dönemi Basını
24 Temmuz 1908’de 2. Meşrutiyet ilan edilerek, 1876 Anayasası’na göre seçimlerin
yapılacağı ilan edilir. Gazeteciler, aynı gün Sirkeci Garı’nın karşısındaki bir lokantanın
bahçesinde toplanırlar. Sansür memurlarını o gece gazetelere sokmama ve sabaha kadar
görev başında kalma kararı alan gazeteciler, “Osmanlı Matbuat Cemiyeti” derneğinin
temellerini de bu toplantıda atarlar. Sansür memurları kapıdan çevrilir. 25 Temmuz 1908
sabahı gazeteler yıllardan sonra ilk kez sansürsüz çıkar. Sansürün kaldırıldığı 24 Temmuz
günü Cumhuriyet’in ilanından sonra “Basın Bayramı” kabul edilir.
O günlerde İstanbul’da toplam dört gazete yayımlanmaktadır: İkdam, Sabah,
Tercüman ve Saadet. 10 paraya satılan İkdam, 25 Temmuz günü ‘karaborsa”ya düşer ve
yarım liraya satılır. Türk basınında yeni bir dönem başlar. İlk iki ay içinde 200’ün üstünde
gazete yayınlanır. Gazete tirajları 2.000’den 5.000’e yükselir. Bu gazete furyası içinde en
önemlileri şunlardır:
 Tanin (Çınlama): Hüseyin Cahit Yalçın, Tevfik Fikret ve Hüseyin Kazım
tarafından yayınlanır. Gazete, İttihatçıların yayın organı sayılır. 31 Mart
olayında isyancılar Tanin gazetesine saldırarak, yağmalamışlardır.Mizan: İttihatçılara karşı yayın yapan gazeteler arasında yer alıyordu.
 Serbesti (Özgürlük): Mevlanzade tarafından yayınlandı. İttihatçılar, 1909
yılında gazetenin başyazarı Hasan Fehmi’yi öldürttüler.
Şurâ-yı Ümmet: İttihatçıların yayın organıydı. 31 Mart olayında yağmalandı.
Volkan: 31 Mart olayını düzenleyen Derviş Vahdeti’nin yönetiminde gerici bir
gazeteydi.
Tercüman: Ahmet Mithat Efendi’nin 1878’de kurduğu gazete tarafsız olmaya
çalışıyordu.
Dini gazeteler: Bunların başında Sırat-ı Müstakim (Doğru Yol) gelir. Bu
gazeteyi Mehmet Akif yönetiyordu. Bir süre sonra Sebilürreşat yayımlandı.
Sadây-ı Din, Tarîk-i Hidayet, Medrese ve İlmiye adlı dergiler de çıkartıldı.
Edebiyat ve düşünce dergileri: Genç Kalemler (Ömer Seyfettin, Aka Gündüz,
Emin Bülent, Ali Canip, Ziya Gökalp…), Yeni Mecmua (Ziya Gökalp, Refik
Halit, Ömer Seyfettin…), Türk Yurdu (Türk Ocakları yöneticilerinin
dergisiydi.), İçtihat (Abdullah Cevdet), Mahasin (Mehmet Rauf), Musavver
Muhit (Faik Sabri Duran).
2. Meşrutiyet döneminin basın açısından önemli olaylarından biri de 1911 yılında
Osmanlı Milli Telgraf Ajansı’nın kurulmasıdır.
1.4.1. Basında Siyasi Partilere Göre Gruplaşmalar ve 31 Mart Olayı
İkinci Meşrutiyet’in ilanından sonra ülkede siyasal gruplaşmalar başlar, bu durum
basına da yansır. Basın aracılığıyla şiddetli mücadele veren gruplar ortaya çıkar. İttihat ve
Terakki Cemiyeti, parti halinde örgütlenir. Tanîn ve Şura-yı Ümmet gazeteleri bu partinin
yayın organı olur. Abdülhamit döneminde sürgüne gönderilen aydınlar ve gazeteciler
tarafından kurulan Fedâkâran-ı Millet adlı örgüt, yayın organı olan Hukûk-u Umûmiye ve
Serbesti gazeteleriyle İttihat ve Terakki Partisi’ne şiddetli eleştiriler yöneltir. Yönetimde
ademi merkeziyetçiliği ve ekonomide liberal ilkelere dayanan bir federasyon düşüncesini
savunan Prens Sabahattin taraftarları Ahrar Partisi’ni kurarlar. Bu partinin yayın organı
Osmanlı gazetesidir.
İttihad-ı Muhammedi Derneği ve yayın organı Volkan gazetesi ile Cemiyet-i İlmiye-i
İslâmiye derneğince yayınlanan Beyân-ül Hak gazetesi, İslami görüşleri savunur.
Böylesine karışık ve zıt fikirlerin oluştuğu ortamda 13 Nisan 1909 günü “31 Mart
Vak’ası” olarak anılan olay meydana gelir. Volkan Gazetesi’nin yaptığı şeriat yanlısı
yayınların etkisiyle gelişen olaylarda, bazı askeri birliklerin de katılmasıyla Sultanahmet
Meydanı’nda büyük gösteriler yapılır. Daha sonra kontrol edilemeyen grup, Şurâ-yı Ümmet
ve Tanîn gazetelerinin merkezlerini basarak yağmalar. Nâzırlar, subaylar sokaklarda
öldürülür, olaylar kontrol edilemez boyutlara ulaşır.Padişah Abdülhamit, sadrazamı değiştirerek, yeni bir hükümet kurmak zorunda kalır.
Mahmut Şevket Paşa kumandasında Selanik’ten gelen Hareket Ordusu tarafından ayaklanma
bastırılarak, ülkede sıkıyönetim ilan edilir. Olayın sorumluları yakalanır. Derviş Vahdeti ve
suç ortakları idam edilir.
2.Abdülhamit, bu olayın ardından 28 Nisan 1909 tarihinde tahttan indirilerek,
Selanik’e sürgüne gönderilir. Yerine V. Mehmet Reşat, padişah ilan edilir.
1.4.2. İkinci Meşrutiyet Döneminde Basın Rejimi
31 Mart olayından sonra kurulan askeri yönetim tarafından basına tekrar sansür
uygulaması getirilerek yayınlarında taşkınlık yapan gazeteler kapatılır. Kapatılan gazetelerin
farklı isimlerle yeniden yayımlanması üzerine, Basın ve Basım Kanunu tasarıları
hazırlanarak Meclise sunulur. Tasarı, 18 Temmuz 1909’da kanun olarak kabul edilir. 1931
yılına kadar 22 yıl yürürlükte kalan kanun, liberal eğilimlerle hazırlanmasına karşın sonradan
yapılan değişikliklerle basın özgürlüğüne sınırlamalar getirir. Hükümete, devletin
güvenliğini sarsacak ve halkı isyana sürükleyecek nitelikteki yayın yapan gazetelerin geçici
süreyle kapatılması yetkisi tanınır.
Basın Kanunu’nun yürürlüğe girmesine rağmen, askeri yönetimin kurduğu sansür
1912 yılında kaldırılır. Ancak 1913 yılında İttihat ve Terakki taraftarı subaylarca yapılan ve
tarihimizde “Bâb-ı Âli baskını” olarak nitelendirilen hükümet darbesinden sonra basına
yeniden sansür konur.
1.4.3. İkinci Meşrutiyet Döneminde Öldürülen Gazeteciler
İkinci Meşrutiyet döneminde dört gazeteci öldürülür, katilleri yakalanamaz ve ağır bir
baskı havası yaratılır.
Basın tarihimizde öldürülen ilk gazeteci, Serbesti Gazetesi Başyazarı Hasan
Fehmi’dir. Yazılarında İttihatçıları sürekli eleştiren Hasan Fehmi, 5 Nisan 1909’da Galata
Köprüsü’nden geçerken, kurşunlanarak öldürülür. Fehmi’nin öldürülmesi üzerine İstanbul
Üniversitesi öğrencileri büyük bir gösteri düzenleyerek Sadrazam’la görüşme talebinde
bulunurlar.
Sadrazamın, öğrenci heyetini kabulünde, “Memleket Makedonya dağ kanunları ile
idare edilemez. Hasan Fehmi’nin katili derhal bulunup cezası verilmelidir.”sözleriyle
tepkisini dile getiren öğrenci, daha sonra Gazeteciler Cemiyeti Başkanı ve Milliyet Gazetesi
Yazarı olan Burhan Felek’tir.
Öldürülen ikinci gazeteci henüz 26 yaşında olan Ahmet Samim’dir. Ahrar Partisi’nin
yayın organı Osmanlı gazetesindeki yazılarından sonra Sadâ-yı Millet’in başyazarlığını
yapan Ahmet Samim, 9 Haziran 1909’da Bahçekapı’da vurularak öldürülür.Bunları, ekonomi politikalarını eleştiren ve yolsuzluklarla ilgili yayın yapan Mizan ve
Serbesti yazarı Zeki Bey’in 10 Temmuz 1911’de Bakırköy’de öldürülmesi izler. Olaydan bir
saat sonra yakalanan katiller, on beşer yıl kürek cezasına mahkûm edilir.
İkinci Meşrutiyet döneminde öldürülen dördüncü gazeteci, daha önce kendisi de
İttihatçı olan Hasan Tahsin’dir. Selanik’te çıkardığı Silah gazetesi nedeniyle basın
tarihimizde “Silahçı Tahsin” olarak anılan Hasan Tahsin, İttihatçıların bazı fikir ve
davranışlarına şiddetle karşı çıkmıştır. Hasan Tahsin, boğularak öldürülür.
1.4.4. İkinci Meşrutiyet Döneminde Sol Basının Doğuşu
Sol basın Türkiye’de 2. Meşrutiyet yıllarında doğar. Osmanlı devletinde ilk sosyalist
gazete, 1908 yılında İzmir’de Boykotaj Cemiyeti tarafından yayınlanan haftalık Gave
gazetesidir. 1909 yılında Selanik’te Amele gazetesi yayınlanır.
İstanbul’da ise yankı uyandıran ilk solcu gazete Hüseyin Hilmi’nin 26 Şubat 1910’da
yayınlamaya başladığı haftalık İştirak gazetesidir. Gazetede, yabancı ülkelerdeki sol
eylemler ve Türkiye işçi sorunlarıyla ilgili yazı ve haberler yayınlanır.
Gazete o dönemde kurulan Osmanlı Sosyalist Fırkası’nın da sözcülüğünü yapar.
Gazete, 26 Şubat 1910’dan, 15 Eylül 1910’a kadar 20 sayı yayınlanır, 2.5 ay kapalı kalır. 20
Haziran 1912’den 9 Ekim 1912’ye kadar üç buçuk ay daha yayınlanan gazete, daha sonra
kesin olarak kapatılır.
1.5. Kurtuluş Savaşı Dönemi Basını
Osmanlı Devleti, Birinci Dünya Savaşı’ndan sonra 30 Ekim 1918’de Mondros
Ateşkes Antlaşması’nı imzalayarak savaştan yenik çıktığını kabul eder. Bu antlaşmadan
sonra Türkiye’de yeni bir döneme girilir.
İtilaf devletlerinin İstanbul’u işgal etmesi ve Anadolu’yu parçalama girişimleri
karşısında, Mustafa Kemal Atatürk’ün önderliğinde ulusal kurtuluş mücadelesi başlar. 1918–
1923 yıllarını kapsayan bu dönemde, merkezi İstanbul’da olan Osmanlı hükümeti ile
Ankara’yı merkez edinen Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti vardır. Osmanlı hükümeti
işgal kuvvetleriyle işbirliği yaparken, Ankara hükümeti ise ülkenin bağımsızlığı için
Kurtuluş Savaşı’nı yürütür.
Basın da bu duruma paralel olarak İstanbul basını ve Anadolu basını olarak iki
merkezde gruplaşır.1.5.1. İstanbul Basını
1910’lu yıllarda kendi gazetelerini kurarak seslerini duyuran gazeteciler, Cumhuriyet
döneminin yaklaşık 1960’lara kadar olan kesitine imzalarını atan önemli bir kuşağın
temsilcileridir. Milli Kurtuluş Mücadelesi başlayınca, Ankara’daki milli güçleri
destekleyenler de yine bu gazeteciler olur.
Ahmet Emin Yalman ile Mehmet Asım Us, 1917 yılında Vakit gazetesini çıkarırlar.
1918 yılında Yunus Nadi Abalıoğlu, Yeni Gün’ü, Necmettin Sadak, Falih Rıfkı Atay, Ali
Naci Karacan ve Kazım Şinasi Dersan da Akşam gazetesini yayımlamaya başlarlar. Milli
Mücadelenin İstanbul’da sözcülüğünü yapan İleri gazetesi 1919 yılında Celal Nuri İleri ve
kardeşi Suphi İleri tarafından yayınlanır.
Ahmet Cevdet’in çıkardığı İkdam’ın başyazarlık görevini Yakup Kadri
Karaosmanoğlu ve Falih Rıfkı Atay üstlenir. Sedat Simavi Güleryüz’ü, Zekeriya ve Sabiha
Sertel Büyük Mecmua’yı çıkarırlar. Tanin’de Hüseyin Cahit Yalçın, Tasvir-i Efkâr’da Velit
Ebüzziya yazılarını sürdürürken, Ahmet Şükrü Esmer, Reşat Nuri Güntekin, Halide Edip
Adıvar, Ruşen Eşref Günaydın, Hakkı Tarık Us, Peyami Safa, Ethem İzzet Benice gibi genç
yazarlar da günlük basında seslerini duyurmaya başlarlar.
Genç kuşak gazetecilerin söz sahibi olduğu İstanbul basını, 1.Dünya Savaşı’nın
kaybedilmesinden sonra güç duruma düşer. Hükümet birbiri ardına sansür kararnameleri
yayınlamaya başlar. 1919 Şubatında çıkarılan kararnameyle, her türlü yazılı ve basılı kâğıdın
askeri yönetimden ya da mülkiye sansürcü kurulundan özel yazılı izin alınmadan basılması
kesinlikle yasaklanır. 16 Mart 1920’de İstanbul’un resmen işgalinden sonra sansüre işgal
kuvvetleri de katılır.
Gazeteler sansürün çıkardığı yerleri boş bırakarak yayınlanır. Bu bir bakıma basının
etkisini yitirmesine yol açar, bir bakıma da okurları sansür baskısı altında yaşandığı
gerçeğiyle yüz yüze getirir.
İstanbul’un işgalinden sonra İngilizler 140’a yakın gazeteci, aydın ve yöneticiyi
tutuklayıp Malta Adasına sürerler.
Milli kurtuluş savaşı başlayınca, İstanbul gazeteleri bu savaşı destekleyenler ve
Anadolu hareketine karşı çıkanlar olmak üzere ikiye ayrılır. Anadolu’dan yana olanlar sık sık
sansür edilir, kimi gazeteciler Bekirağa Bölüğü’ne götürülüp sorguya çekilir. Anadolu
mücadelesini destekleyen gazeteler şunlardır: “İleri, Yeni Gün, Akşam ve Vakit.”
Mustafa Kemal’in halka duyurulmasını istediği haberlerin öncelikle ulaştırıldığı İleri
gazetesi, Milli Mücadele’nin İstanbul’daki sözcüsü konumundadır. Gazetede, Atatürk’ün
bizzat yazdığı yazılar başka isimlerle yayınlanır. Akşam gazetesi, özellikle Falih Rıfkı
Atay’ın kaleminden çıkan etkili yazılarla milli mücadeleyi sonuna kadar destekler.
Milli mücadeleyi desteklediği için İngilizler tarafından matbaası kapatılan Yeni Gün
gazetesi, önce Ankara’da daha sonra Kayseri’de yayınına devam eder.
Milli mücadeleye tüm güçleriyle saldıran gazeteler ise Peyam-ı Sabah, Alemdar ve
İstanbul gazeteleridir.
İstanbul’da iki sansür çalışıyordu. Babıâli’nin ve onu yönlendiren işgal kuvvetlerinin sansürü.
Bu yüzden çok sık olarak gazeteler böyle boş sütunlarla çıkıyorlardı.İstanbul gazetesi, Padişah Vahdettin ve Damat Ferit Paşa’nın da üye olduğu İngiliz
Muhipleri Cemiyeti’nin yayın organıdır. Gazete, Osmanlı Devletinin toprak bütünlüğünün
ancak İngiltere’nin himayesinde sağlanabileceği tezini savunarak, milli mücadeleyi şiddetle
eleştirir. Alemdar gazetesi, özellikle Refik Halit Karay’ın yazılarıyla Kuva-yi Milliye
hareketine karşı çıkar.
Milli mücadele hareketine karşı en aşırı saldırıları Peyâm-ı Sabah gazetesi başyazarı
Ali Kemal yapar. Ali Kemal, Kurtuluş Savaşı kazanıldıktan sonra İzmit’te halk tarafından
linç edilerek öldürülür.
Yukarıda yer verdiğimiz gazetelerin dışındaki gazeteler ise Anadolu’daki direniş
eylemine sempatisi olan gazetelerdir: Tasvir-i Efkâr, Tevhid-i Efkâr, İstiklal, İkdam ve
Tercüman-ı Hakikat. 1922 yılında tekrar yayımlanmaya başlayan Tanîn gazetesi İttihatçıları
desteklemeye devam eder.
Aşırı dinciler, Sebilürreşad gazetesinin etrafında toplanır. Şebilürreşad, genel olarak
Kurtuluş Savaşı mücadelesini destekleyen bir gazetedir. Ayrıca bu dönemde sosyalistler
tarafından Aydınlık dergisi yayımlanır. Aydınlık dergisi de Kuva-yi Milliye hareketine
destek verir.
1.5.2. Anadolu Basını
Anadolu’nun çeşitli bölgelerinde gelişen milli mücadele basını, ilkel koşullar altında
kahramanlık destanları yaratır. En basit baskı araçlarının kullanıldığı, kâğıdın, mürekkebin,
dizgicinin, matbaacının olmadığı, bazı yerlerde gazetelerin “esericedit” denilen yazı
kâğıtlarına basıldığı dönemde; tüm baskı ve yıldırma çabalarına rağmen, baskı makineleri at
ve öküz arabalarıyla ilden ile taşınarak gazetelerin yayınına devam edilir.
Anadolu basınının düşmana karşı ilk direnişi İzmir’de Hukuk-u Beşer (İnsan Hakları)
gazetesi başyazarı Hasan Tahsin’in (gerçek adı Osman Nevres) 1919 Mayıs’ında Kordon
Boyu’nda karaya çıkan Yunan askerlerine attığı kurşunla başlar. Tahsin, iki Yunan askerini
öldürdükten sonra şehit düşer. Hasan Tahsin, düşmana ilk kurşuna atmadan önce Hukuk-u
Beşer gazetesinde kaleme aldığı “Namus Uğrunda!” başlıklı makalesinde, düşmana karşı
direnişi savunur:
Şehit gazetecimiz Hasan Tahsin (Osman Nevres)
“…Hayır, hayır….. Meyus olmayalım. Biz
ölmedik yaşıyoruz. Bu memlekete göz diken kuvvetleri
yakacak, eritecek hararetimiz pek, hem de pek mebzul…
Yalnız bunu da unutmasınlar ki, Çanakkale
kahramanlarının, mavi beyaz kucağında salibi taşıyan
Yunanlılığın canavar hakimiyeti altında yaşayacak tek
hemşiresi, tek bir validesi, ufak bir Türk benliği
yoktur…. Çünkü tarihimiz var. Çünkü bizi tel’in edecek
ecdadın ruhu ahfadın feryadı var. Çünkü her şeyden
üstün namusumuz var.”İzmir, Balıkesir, Bursa, Konya, Kastamonu, Ankara, Adana, Sivas, Elazığ gibi
Anadolu’nun dört bir tarafında yayınlanan gazeteler, İstanbul hükümetinin yıpratmaya
çalıştığı Kuvayi Milliye ruhunun güçlenmesi ve yaygınlaşması için olağanüstü çaba
gösterirler. Ancak, Anadolu’da İstanbul hükümetinin ve işgal kuvvetlerinin uydusu halinde
faaliyet gösteren gazeteler de vardır. Bu dönemde Anadolu’da azınlık basını da canlanır.
Anadolu’nun birçok yerinin işgal edilmesini fırsat bilen Rum ve Ermeni azınlık gazeteleri,
Türklerin bölgelerinden uzaklaştırılmasını talep ederler.
Anadolu’da milli mücadeleye öncülük eden gazeteler şunlardır: “Hukuk-u Beşer,
İrade-i Milliye, Hâkimiyet-i Milliye, Öğüt.”
Anadolu’da milli mücadelenin öncülüğünü yapan İrade-i Milliye ve Hâkimiyet-i
Milliye, Atatürk’ün emriyle yayınlanan gazetelerdir. İrade-i Milliye, Sivas Kongresi’nden
sonra 14 Eylül 1919’da Sivas’ta, Hâkimiyet-i Milliye ise 10 Ocak 1920’de tarihinde
Ankara’da yayımlanır. Gazetelerin isimlerini Mustafa Kemal belirler.
Ankara’nın resmi sözcüsü Hâkimiyet-i Milliye, Mustafa Kemal’in
TBMM Reisliği’ne seçildiğini bildiriyor. (14 Ağustos 1922)Gazetelerde kendisinin yazdığı ya da dikte ettirdiği başyazıları yayınlanır. Mustafa
Kemal’in Hakkı Behiç’e not ettirdiği Hâkimiyet-i Milliye’nin ilk başyazısında şu görüşlere
yer verilir:
“Hâkimiyet-i Milliye üç büyük tanır. Zekâ, irfan, hamiyet… Bunlar dışında hiç bir
şeye dayanmaz. Milletin hâkimiyeti, ne sermayelerin, ne içi boş siyasetlerin, ne kinlere,
çıkarlara, yüksek mevki ve geleceklere yönelik geçici heveslerin… Olamaz. Millet yaşamaya
özgür ve bağımsız yaşamaya, yaşadıkça da mutlu ve gelişmiş bir ilerleme unsuru olmaya
muhtaçtır. Hâkimiyetini bunun için kullanacaktır. Gazetemizin de amacı milletin bu
gereksinmesidir.
Gazetemizin ismi, aynı zamanda takip edeceği tarihi mücadelenin de nev’idir. Şu
halde diyebiliriz ki, Hâkimiyeti Milliye’nin mesleği milletin müdafaa-i hâkimiyeti olacaktır.”
1918 yılında Afyon’da kurulan Öğüt gazetesi, Yunanlıların İzmir’i işgal etmeleri
üzerine Konya’ya, İtalyanların Konya’yı basmaları üzerine yayın yapamaz hale gelince
Ankara’ya taşınır. Gazete, Ankara’da akşam gazetesi olarak yayınlanmaya devam eder.
Anadolu’nun çeşitli illerinde milli mücadeleyi destekleyen diğer gazeteler ise
şunlardır: Ses gazetesi (Balıkesir), Doğru Söz gazetesi (Balıkesir), İzmir’e Doğru gazetesi
(İzmir), Yeni Adana gazetesi (Adana), Açıksöz gazetesi (Kastamonu), Babalık gazetesi
(Konya)”
Bu gazetelerin hangi koşullarda yayınlarını sürdürdüklerini göstermesi açısından Yeni
Adana gazetesinin bir tren istasyonunda yayınlanışının öyküsünü aktaralım:
“…Bir vagon mu? İçinde, çoğu ezilmiş, yamru yumru harflerle dolu birkaç kasa…
Eski mi eski bir pedal makinesi. Bir de mürettip Hamdi. Bir matbaadır bu. Fransız
işgalindeki Çukurova’yı çepeçevre sarmış olan Kuva-yi Milliyecilerin tek haber kaynağı,
yegâne ümit menbaı Yeni Adana, işte burada hazırlanıyor. Bu defa vagon matbaayı kör bir
hatta çektirmişlerdi. Harf kasaları artık dökülmez, diyorlardı. Akşam vakti, civardaki çatma
altına çekilmişlerdi. Sabahleyin Agâh Efendi, Torosların yamaçlarında akis yapan bir
haykırışla uyanıyordu:
‘Matbaa yok!’
Kör hat boştu, vagonlar sırra kadem basmıştı. Hemen koştukları gar memuru ise onları
teskine çalışıyordu: ‘Yukarıları Kuva-yi Milliye eline geçti. Pozantı’ya doğru çıkıyorlarmış.
Bütün vagonları Bilemedik istasyonuna geceleyin çekip götürdüler. Emir öyleydi. Ben ne
yapayım.’
Ertesi gün onlar da Gebelek istasyonunu geride bırakıp Bilemedik’e varmışlardı.
Mürettip Hamdi, vagon matbaasına bir defa daha çekidüzen vermiş, 5 Ağustos tarihini
taşıyan Yeni Adana’nın başlık yanında da ufak bir değişiklik yapmıştı:
İdarehanesi: Karaisalı-Bilemedik İstasyonu.”(Başlangıcından Günümüze Türkiye’de
Matbaa Basın ve Yayın, syf.156)Milli mücadeleyi yıpratmaya çalışan gazetelerin sayısı ise fazla değildir. Bunların
içinde öne çıkan iki gazete Balıkesir’de yayımlanan İrşad (Gâvurcu İrşad) ile Adana’da
çıkarılan Ferda gazeteleridir.
1.5.3. Anadolu Ajansı
Anadolu Ajansı, Kurtuluş savaşı yıllarında 6 Nisan 1920’de Ankara’da Atatürk’ün
kararıyla kurulur. Ajansın adını da Atatürk koyar. Ajansın temel iki görevi vardır: Kuvay-i
Milliye’nin temel amacını dışarıya tanıtarak haklılığını ispat etmek. Halkı sürekli olarak
aydınlatmak.
Bunun gerçekleştirilmesi için İstanbul, Zonguldak, İnebolu, Antalya, Kars ve İzmit’te
haber alma şubesi kurulur. Ayrıca Londra, Paris, Berlin, Viyana, Cenevre ve New York’ta
haber bürolarının kurulması öngörülür. Bu büroların görevi ulusal kurtuluş savaşıyla ilgili
haberleri yabancı ülkelere duyurmaktır.
Mütareke yıllarında İstanbul basının milli mücadele haberlerinin kaynağı, genellikle
takalarla, motorlu kayıklarla, yük gemileriyle İnebolu ya da İzmit’ten getirilen Anadolu
Ajansı haber bültenleridir. Anadolu Ajansı’nın Ankara’da “Resmi Tebliğ” olarak yayınladığı
bu bültenlerde meclis toplantılarının özetleri ve cephe haberleri yer alır.
1.5.4. Dergiler
Bu dönemde İstanbul basınının en faal gazetecisi olan Sedat Simavi, kendisinin de
karikatür çizerek katkıda bulunduğu, renkli kapaklarıyla dikkati çeken dergiler yayınlar. Bu
dergiler mizah dergisi Diken, kadın dergileri İnci, Yeni İnci, Hanım, çocuk dergisi
Hacıyatmaz’dır. Diğer önemli dergiler ise şunlardır:
Ümid: Resimli edebiyat dergisidir.
 Aydede: Refik Halit Karay’ın çıkardığı mizah dergisidir. Milli mücadeleye karşı
gelen yayın organlarından biridir.
Büyük Mecmua: Zekeriya Sertel’in kurduğu dergide, başyazıları Halide Edip
Adıvar yazar.
ZAKİR KAYA SİZDEN BİRİ

Hiç yorum yok

hakaret içeren ve alâkasız yorumlar yayınlanmayacaktır. Hukuki sorumluluk yorum sahibine aittir.