REKLAM ALANI

KHA HABERLER

Zakir Kaya :Onlar olmasa Bizler hala avcı olarak yaşardık ".MÜCİTLER.! "

 


 Tarihe iz bırakmış mucitleri  ve kazandırdıkları buluşları tanıyacağız bu yazım'da çok ta kolay olmayan koşullarda bile insanlığa bir fener olmuşlar .

bazı buluşları ise insanlığa zarar vermiş genelde baktığımıda çok yarar sağlamış ınsanlığın ufkunu açmışlar 

İnsanoğlu'nun daha kolay ve medeni yaşamasına büyük ölçüde vesile olmuşlar, çoğu karşılığını alamadan göçüp gitmiş pek çoğunun adı hatırlanmıyor bizler adlarını yaşatmak için hatırlatmak için elimizden geldiği kadar ifade etmeye tanıtmaya gayret ettik.


Aslında Ünv Hastane alanları ile ilgili bölümlerde ısimleri'nin yaşatılmasını beklıyoruz ,gel gelelim dünya gibi ülkemiz de de hakkı olana değil ezene yakana yıkana sömurene verilen değerin binde biri bu kahraman ca mucadele etmiş mucitlere verilme mekte sadece Türkiye'de 30 bin heykel var en az...! sizce bunların kaçı bilim adamlarına ait...?





Bilim İnsanları ve Buluşları, Bilim Adamlarının Buluşları

 Archimedes (Arşimet) MÖ 287-212) Yunanlı bir matematikçi ve mucit olan Archimedes suyun çıkartılması için spiral bir pompa icat etmiştir, Archiemedes vidası olarak adlandırılan bu pompa halen kullanılmaktadır. Kürenin hacmini bulmaya yarayan çeşitli hesaplamalar ve formüller bulmuştur. En çok sıvıların kaldırma gücü esaslan üzerinde yaptığı çalışmalar ile ünlüdür. Rivayete göre; küvetin içinde yıkanırken, suyun vücudunu kaldırdığını fark etmiş ve bu sayede suyun kaldırma kuvveti  bulmuştur. Sirakuza şehrindeki evinde bir buluş üzerinde çalışırken Romalı bir asker tarafından öldürülmüştür.Nicolaus Copernicus (MS 1473-1543) 
Polonya'da doğan Copernicus, Krakov'da matematik ve optik üzerinde çalışmalar yapmıştır. 30 yıllık bir çalışmanın sonunda Dünyanın, her gün kendi ekseni etrafında ve Dünya ve diğer gezegenlerin farklı süreli yıllar boyunca Güneş'in yörüngesinde döndüğü teorisini ortaya atmıştır. Bu teori, Dünya'nın evrenin merkezi olduğunu ileri süren geleneksel görüsün geçersizliğini ortaya koymuştu. Copernicus bu karsı teorisini yayımlamakta isteksizdi, ancak; ölümünden sonra diğer öncü gök bilimciler bu teoriyi geliştirmiş ve genişletmişlerdir. Bu gök bilimciler Kepler, Galileo ve Newton'dur. 
Tycho Brahe (1546-1601) 
Brahe, o zaman Danimarka idaresi altında olan Güney İsveç'te doğmuştur. Teleskopun icadından önce astronomi üzerinde çalışmalar yapmıştır. Zamanın astronomi cetvelinde çok ciddi yanlışlar olduğunu keşfetmiştir. Bu hataları düzeltmek için ölümüne kadar sürecek olan bir projeye başlamıştır. Kuyruklu yıldızların göksel cisimler olduğunu ispatlayan Brahe Dünya'daki bir yılın süresini bir saniyede hesaplayabiliyordu. Asistanı olan Kepler Brahe'nin gözlemleri üzerine çalışmaları sürdürmüş ve Mars'm eliptik bir yörünge üzerinde hareket ettiğini hesaplamıştır. 
Blaise Pascal (1623-1662) 
Fransa'da doğan Pascal 1647'de bir hesap makinesi icat etmiştir. Daha sonra barometre, hidrolik kaldıraç ve sinngayi icat etmiştir. Sıvıların basıncı üzerinde çalışan Pascal bir sıvı basıncının bütün yönlerde ayni olduğu ve basınçtaki değişimin derhal iletildiğini göstermistir. 
Galileo Galilei (1564-1642) 
İtalyan gök bilimci ve matematikçi olan Galileo ilk kinlnnali teleskopu geliştirmiştir. Venüs gezegenini gözlemlemiş ve Güneş lekelerini üzerinde çalışan ilk insan olmustur. Sarkacm sabit bir sıklıkta salmdiğini bulmuç ve düşen cisimler yasasını keşfetmiştir. Copernicus'un evren teorisinin bir savunucusu olan Galileo dini otoritenin tepkisi nedeniyle düşüncelerini inkar etmek zorunda kalmıştır. Floransa'da ev hapsinde tutulurken çalışmalarını sürdürmüş ve 1637'li yıllarda tamamen kör olmuştur. 
Robert Boyle (1627-1691) 
İrlanda'da doğumlu bir bilim adamı olan Boyle hava, boşluk, yanma ve solunum üzerinde deneyler yapmıştır.1662'de sabit bir sıcaklıktaki gazın basıncı ile hacminin ters orantılı olduğunu gözlemlemiştir. Bu ilişki Boyle Yasasi olarak adlandırlmıstır. Boyle, ayrıca; asitler, alkaliler, yoğunluk, kırılma ve kristallerin şekilleri ve yapılısı üzerinde de çalışmıştır. 
Isaac Newton (1642-1727) 
İngiliz fizik ve matematikçisi. Newton yerçekimi üzerine yapmış olduğu çalışmalar ile tanınır, ancak; bu çalışmalar yapmış olduğu çok kapsamlı yasa ve kesiflerin sadece bir bölümüdür. Hareketin üç kanunu geliştirmiş ve beyaz ışığın farklı renkteki ışık ışınlarından oluştuğunu keşfetmiştir. 1868'de ilk yansıtmalı teleskopu inşa etmiştir. Newton yasamı boyunca birçok tartışmanın içinde yer almıştır. Bunlar içinde en dikkat çekici olanı calculus olarak bilinen matematik branşını ilk keşfeden Karl Leibniz ile calculus üzerine yürüttüğü tartışmadır. 
Benjamin Franklin (1706-1790) 
Boston, Massachusetts'de doğan Franklin matbaacı, devlet adamı, üretken bir yazar ve mucitti. Caddelerin ışıklandırmasını gerçekleştirmiş ve Amerikan posta sistemini yeniden organize etmiştir. Ayrıca; düşük yakıt tüketimine sahip Franklin sobasını, paratoneri, çift odaklı mercek gözlüğünü, ilk kopyalama makinesini ve mızıkayı icat etmiştir. Elektrik üzerine yapmış olduğu deneyler Franklin'in en çok bilinen bilimsel çalışmasıdır, Elektrik akiminin yüklü mikroskobik parçacıkların hareketinden ibaret olduğunu kavrayan Franklin elektrik akimi akiç modeli geliştirmiştir. Onlu uçurtma deneyi ile yıldırımın elektriğin bir türü olduğunu kanıtlamıştır. 
Joseph Priestley (1733-1804) 
İngiliz kimyager Joseph Priestley 1774'te oksijeni keşfetmiştir. Ayrica; amonyak, karbon monoksit, nitrous oxide ve süifürdioksidi tanımlamıştır. Yeşil bitkilerin oksijen verdiğini ve gün ışığına ihtiyaç duyduğunu keşfetmiştir. Bir öğretmen, yazar ve politikacı olan Priestley Fransiz Devrimi'ni desteklemiş ve köle ticaretine karsı çıkmıştır. Priestley 1794'te Amerika'ya göç etmiştir. 
Antoine Lavoisier (1743-1794) 
Modern kimyanın kimyacısı olarak kabul edilen Fransız bilim adamı Lavoisier havanın oksijen ve nitrojen adını verdiği gazların bir karışımı olduğunu göstermiş ve suyun hidrojen ve oksijen içerdiğini ispat etmiştir. Kimyasal bileşikler adi verilen bir yöntem tasarlayan Lavoisier, ayni zamanda; metrik sistemi planlayan komisyonun da bir üyesi olmuştur. Fransız Devrimi'ne karşı olan Lavoisier 1794'te Paris'te giyotin ile idam edilmiştir.

Abdüsselam
Albert Einstein
A. Graham Bell
Akşemsettin
Alfred Nobel
Ali Kuşçu
Arşimet
Amadeo Avogadro
Albert Abraham Michelson
Batlamyus
Battani
Behram Kurşunluoğlu
Benjamin Franklin
Bill Gates
Biruni
Cahit Arf
Da Vinci
Daniel Gabriel
Fahrenheit
David Hilbert
El Cezeri
El Kindi
Enrico Fermi
Farabi
Ferdinand Porsche
Feza
Gürsey
Godfrey H. Gardy
Galileo Galilei
Harezmi
Hendrik Antoon Lorentz
Henkel
Henry Ford
Hezarfen Ahmet
Çelebi
Hulusi Behçet
İbni Sina
James Clerk Maxwell
James Watt
Johann Gregor Mendel
Jules Verne
Johannes Gütenberg
Katip Çelebi
Kurt Gödel
Luigi Galvani
Luis Victor Broglie
Kepler
Marconi
Marie Curie
Michael Faraday
Molla Lütfi
Nicolas Copernicus
Nicolaus Otto
Oktay Sinanoğlu
Öklid
Mendelev
Mimar Sinan
Niels Bohr
Newton
İbni Batuta
Joseph L.Lussac
Ömer Hayyam
Pascal
Pasteur
Pisagor
Richard Feynman
Steve Jobs
Thomas Alva Edison
Torricelli
Uluğ Bey
Wright Kardeşler
Wilhelm Conrad Röntgen
Stephen W. Hawking
Jean B. Lamarck
Ahmet Cevdet Paşa
Cabir Bin Hayyam
Ahmet Fergani
Nikola Tesla
İgor Sikorsky
Gıyasüddin CemşidEl- RaziPlaton (Eflatun)SokratesFrancis BaconDescartes
Aziz Sancar
     
İbni HaldunAristotalesKerim ErimFibonacciTakiyüddinAbdülhamid İbn Türk
Hakan Gürsu
İrfan Sayar
Piri Reis
Evliya Çelebi
Buzcani
İbni Rüşd

Buluş Hikayeleri, Tasarım ve Buluş Hikayeleri, Ürünlerin Buluş Hikayeleri

Buluş hikayeleri adından da anlaşıldığı gibi günümüzde var olan ve yaşantımızı kolaylaştıran icatların ortaya çıkışının hikayeleridir. Bu hikayelerin amacı öğrencinin yaratıcı fikirleri ortaya çıkarmak, üretken olmaları konusunda onları tetikleyen ilhamları ortaya çıkarmaktır. Öğrencinin yeni bir fikir ortaya çıkarırken zorlandığında, konunun tıkandığı noktada onları destekleyen bir yardımcı güç olarak görebiliriz.

NAYLON
Mucit: Du Pont kimyagerleri...
Tarih: 1930'lar
Kaza: Kimyagerlerin koridorlarda koşturması...
1930lu yıllarda, Du Pont bilim adamlarından Wallace Hume Carothers, polimerin genişleyebilen güçlü bir iplik olduğunu tespit etmişti.
Ancak asıl buluş, haşarı kimyagerlerin, eritilmiş polyester geçirdikleri çubukları ellerine alıp ortalıkta koşuşturmaları sonucu ortaya çıktı. Bir çubuk sabitken diğeri ondan uzaklaşınca ortaya çıkan tablo hepsini hayretler içinde bırakmıştı; kopmadan önce oldukça uzayabilen, ayrıca ipeğe benzeyen yapıda bir madde ortaya çıkıyordu.
Ne var ki, bu polyester çok çabuk eriyordu, giysi yapmaya uygun değildi. Bunun üzerine kimyagerler aynı işlemi poliyamidle denemeye karar verdiler ve bugün "naylon" olarak bildiğimiz madde doğmuş oldu.
Naylon çorabın, elektron mikrograf yöntemiyle 100 kez büyütülmüş hali İpek çorapların yerine naylon çoraplar piyasaya sürüldü ve Du Pont'un en önemli para basma makinesi haline geldi.
Bu ürünler ilk günlerde çok pahalıydı. II. Dünya Savaşının patlak verdiği yıllarda Du Pont dikkatini savaşa çevirdi ve çorap yerine paraşüt üretmeye başladı... Naylon çorapların ucuzlaması ve geniş kitlelere yayılması ancak savaş ertesi gerçekleşti...
FOTOĞRAF
Mucit: Louis-Jacques Daguerre
Tarih: 1838
Kaza: Dağınık laboratuvar dolabı...
Bu rastlantısal buluşun nedeni kırık bir termometre...
Louis Daguerre, karanlık odada, gümüş iyodür levhada açığa çıkan görüntüyü sabitlemenin yollarını arıyordu. 1938 yılında bir gün, farklı kimyasal maddelerin bulunduğu dolabına, daha sonra kullanmak ve temizlemek üzere bozuk görüntülü bir film levhası koydu.
Bunu tekrar dışarı çıkardığında görüntü belirginleşmişti. Ancak Daguerre, bu garipliğe hangi kimyasal maddenin neden olduğunu bilmiyordu.
Bunun üzerine levhaları yerleştirdi ve kimyasal maddeleri birer birer dışarı çıkarttı. Dolabı boşaltmasına rağmen hala aradığı maddeyi bulamamıştı. Sonunda dolabın raflarından birinde, kırılmış termometreden dökülmüş civayı fark etti... Gümüşlü levha üzerine alınan görüntü (daguerreotype), modern fotoğrafçılığın başlangıcı oldu... Yerini ancak on yıl sonranegatif ve, pozitif film sürecine bıraktı.
POST-İT KAĞIDI
Mucit: Dr. Spencer Silver
Tarih: 1974
Kaza: Kutsal bir ilham ve hatalı üretim...
"3M" bilim adamlarından Dr. Spencer Silver, 1970'lerin başlarında dayanıksız yapıştırıcıyı bulduğunda, bunu işe yaramaz bir buluş olarak değerlendirmişti...
Bundan yıllar sonra, meslektaşı Art Fry, bir kilisede ilahi kitabındaki ayracın bir türlü istediği yerde durmaması üzerine oldukça sinirlendi. Anlamsız vaazlardan mı yoksa kutsal bir ilhamdan mı bilinmez, kafasını bu konuya yormaya başladı ve birden aklına meslektaşının işe yaramayan buluşu geliverdi...
Bu sayede ayıracın kitaba yapışmasını sağlayacak, ancak çıkarttığında da kitaba zarar gelmeyecekti. Post-it kağıdı tabii ki bir gecelik başarının ürünü değil... 3M'in ortaya attığı bu örnek, büro malzemeleri içinde vazgeçilmezler arasında yerini aldı...
PENİSİLİN
Mucit: Alexander Fleming
Tarih: 1928
Kaza: Havada uçuşan bir küf...
St. Mary Hastanesi'nde danışman olarak çalışan ve Alexander Fleming'in hayatta kalan tek meslektaşı, ünlü bilim adamının penisilini 1928 yılında bir rastlantı sonucu bulduğunu anlatmıştı.
Fleming bir deney üzerinde çalışırken, muhtemelen laboratuvarın karşısındaki bardan uçup gelen bir küf mikroskoptaki lamın üzerine konmuştu.
O sırada Fleming, lam üzerinde zararlı bir bakteri türü olan stafilokokları inceliyordu. Dikkatsiz bir bilim adamı bu küfü büyük olasılıkla önünden uzaklaştırırdı, ama o, küfün bakteri üzerindeki etkisini görmek istedi. Sonuç hayret inciydi... Çünkü Fleming, "Penicilim notatum" isimli yeşil küfün bulunduğu bölümdeki bakterilerin öldüğünü fark etmişti...
Daha sonra gerçekkleştirilen testlerde, bu küfün diğer bakteriler üzerinde de etkili olduğu ortaya çıktı. Tavşan, fare ve insanlar üzerinde yapılan testler sonunda, açık bir yan etkisinin de olmadığı görüldü. Ne var ki Fleming, küften sızan maddeyi bir türlü keşfedememişti.
Sonuç olarak 1939 yılında, Oxford'dan Howard Florey ve Ernst Chain bu maddeyi ayrıştırmayı başardılar ve buna "penicilin" adını verdiler. Bu madde, öldürücü bakteriyel hastalıklarla savaşabilen ilk antibiyotik olarak tarihe geçti. Fleming ve diğer iki bilim adamı, 1945 yılında Nobel Ödülü aldılar... Çünkü, milyonlarca insanın hayatını kurtaran bir buluş yapmışlardı...
ŞOK TEDAVİSİ
Mucit: Julius Wagner-Jauregg
Tarih: 1917
Kaza: Mezbaha işçilerinin kesim yöntemi...
ECT (Electroconvulsive the-rapy) olarak bilinen elektroşok tedavisi, mezbaha işçilerinin, domuzların elektrikle sersemlemelerinden sonra çok sakin durduklarını fark etmelerinin bir sonucu...
ECTye, beyne elektrik akımı verilmesi suretiyle, depresyon gibi akıl hastalıklarının semptomlarını engellemekteki son çare olarak bakılıyor.
elektroşok tedavisi fikri, sıtma aşısıyla frengili hastaları te­davi eden Avusturyalı Julius Wagner-Jauregg tarafından geliştirildi.
1927 yılında Nobel Ödülü alan VVagner-Jauregg, bu fikre, "bir sisteme elektrik verilmesinin tedavi edici özellik taşıyacağından yola çıkarak ulaştı. Ve böylece, çok tartışılan şok tedavisi doğmuş oldu...
Aynı zamanda, şizofrenlerin doğal yollardan çarpılmalarının, hastalık belirtilerinin iyileşmesine neden olduğu da belirlenmişti. Psikiyatristler, hastaların beynine elektrik akımı uygulamak yoluyla, anlaşılması güç tedavinin gerçekleştiğini belirtiyorlardı. Ancak ECTnin kısa süreli hafıza kaybına neden olması dışında önemli etkisinin bulunmadığına dair klinik bulgulara az da olsa rastlanıyor. Hastaların tedavi edilmesine yönelik olarak bu yöntem çok uzun zamandan beri kullanılmaya devam ediyor.

RADYOAKTİVİTE
Mucit: Henri Becquerel
Tarih: 1896
Kaza: Fotoğraf camındaki sislenme...
Fransız fizikçi Henri Becquerel, 1896 Martı'nda laboratuarındaki çekmecesini açtığında büyük bir sürprizle karşılaştı. Kapkaranlık bir ortamda olmasına rağmen bazı fotoğraf camları bulanıklaşmıştı.
O sırada Becquerel, yeni keşfedilen röntgen ışınları üzerinde çalışıyor ve bazı kimyasallar yardımıyla bunların yayılmalarını sağlamaya uğraşıyordu, ilk aklına gelen, güneş ışığının etkisiyle kristallerin ışını yaydığı ve fotoğraf camını sislendirdiğiydi...
İlk deneyleri onun doğru yolda olduğunu desteklese de hava bozunca olayın seyri birdenbire değişti.
Becquerel, kristallerin güneş ışığından etkilenmesini engellemek için kimyasallar kullanarak camları tekrar çekmeceye koydu. Camları dışarı çıkardığında, uranyumlu kristallerden oluşan camlarda artık sisin bulunmayışına oldukça şaşırdı. Ve bugün "bir atom çekirdeğinin tanecikler veya elektromanyetik ışımalar yayarak kendiliğinden parçalanması" olarak bilinen radyoaktiviteyi keşfetmiş oldu...
DAYANIKLI CAM
Mucit: Edouard Benedictus
Tarih: 1903
Kaza: Kırılması gereken deney tüpünün yere düştüğünde parçalanmaması...
Güvenli camın bulunması, tam da en çok ihtiyaç duyulan zamanda gerçekleştirildi: Motorlu taşıt çağında...
1903 yılında Fransız kimyager Edouard Benedictus, deney tüpünü laboratuarının zeminine düşürdü. Tüp kırıldı ancak dağılmadan tek parça halinde kaldı. Benedictus, kolodyum ihtiva eden sıvının buharlaşmasından sonra tüpte kalan ince plastik tabakanın parçalanmayı engellediğini anladı.
Bunu not ettikten sonra bu konu üzerine fazla kafa yormadı.
Ancak, kaza yapan bir aracın içindeki kızın kırılan camlardan çok feci şekilde yaralanması, bu konuyu tekrar gündeme getirmesine neden oldu.
GAMMA IŞINI PATLATICILARI
Mucit: ABD hükümeti bilim adamları...
Tarih: 1969
Kaza: Nükleer silah casusluğunun uzayın bilinmeyenlerine kapı açması...
Sovyetler Birliği nükleer denemeleri sınırlandırdığına dair anlaşmalar imzalamış olmasına rağmen, ABD hükümeti bir türlü onlara güvenmiyordu. Ve bu yaklaşımla, uzaya nükleer dedektörler taşıyan casus uyduları yolluyorlardı. Bu dedektörler çok hassastılar ama ne yazık ki yanlış hedeflendirilmişlerdi...
1969 yılında, "Vela 5"den bilgiler geldiğinde, bilim adamları bunlarda birtakım düzensizlikler ve yanlışlıklar belirledi.
Araştırmalar daha sonra da devam etti ve 1973 yılında yayımlanan sonuçlar, ABD'nin, Sovyetler Birliği'nin nükleer silahlarını denemek için uzayda gerçekleştirdiği 16 patlama hakkında ne düşündüğünü açıklığa kavuşturdu...
Ancak sonraları bunların, gamma ışını patlamaları olduğu anlaşıldı. Buna, gamma radyasyon enerjisi nedeniyle gerçekleşen, olağanüstü büyüklükte galaktik patlamalar neden oluyordu. Tüm bunlara rağmen, konu halen gizemini koruyor...
RÖNTGEN IŞINLARI
Mucit: Wilhelm Konrad Röntgen
Tarih: 1895
Kaza: Bir elektrik deneyi...
Röntgen, gazların içinden geçen elektrik yolunu araştırmak amacıyla, katod ışın tüpüyle deney yaparken, baryum platin siyanürü levhasından yayılan radyasyonun şeffaf olmayan cisimlerin içinden geçebildiğin! Fark etti.
Araştırmalarına devam ederken radyasyonun 15 mm. kalınlığındaki alüminyumdan, daha indirgenmiş yoğunlukta geçebildiğini gördü. Ve bu radyasyona, "X-ışınları" adını verdi. Bugün dünyada Almanya dışında (Almanya'da Röntgenstrahlen olarak adlandırılıyor) bu isimle anılıyor. Bu, daha sonra insan vücudunun iç kısmını gösteren fotoğraflamada kullanıldı. 19. yüzyıl sonlarına doğru savaş alanlarında da kullanılmaya başladı.
BUCKMİNSTERFULLERME
Mucit Harry Kroto
Tarih: 1985
Kaza: Karbon atomunun kilise kubbesine benzemesi...
Harry Kroto ve meslektaşları, uzayda var olduğu düşünülen anlaşılması zor yapıdaki karbon atomlarını çözmeye çalışıyorlardı. Laboratuar testleri sonucunda karbonun, 60 atomdan oluşan, diğerlerinden daha güçlü ve istikrarlı yapıda olduğu ortaya çıktı.
Cevaplar araştırılırken çalışma gruplarından biri, atomların, mimar Richard Buckminster Fullerln tasarladığı, kubbeli kiliseye benzeyen hexagonlardan oluştuklarını ortaya çıkarmıştı. Bu da Kroto'nun aklına, daha önce pentagon ve hexagonlardan oluşturduğu, "Gece Gökyüzü" modelini getirdi.
O gece, çalışma gruplarından bir bölümü de karbon atomlarını, futbol topuna benzeyecek şekilde birleştirmişti. Ve grup, pentagon ve hexagonların hep 60 sayısında buluştuğunu keşfetti. 60 karbon atomundan oluşan "Buckyball’lar şu anda karbonun temel biçimi olarak değerlendirilirken, Kroto ve meslektaşları 1996 yılında Nobel Ödülü'nü almaya hak kazandılar...
KAOS TEOREMİ
Mucit: Ed Lorenz
Tarih: 1960'lar
Kaza: Bilgisayardaki bozuk çıkış...
Amerikalı meteoroloji uzmanı Ed Lorenz'in bilgisayarında anlamsız ve komik veriler belirince, Lorenz bunların her zamanki aksaklıklardan kaynaklandığını düşündü. Ancak hatayla ilgili ipuçlarını elde etmek için kâğıttaki çıktıda çalışmaya başladı. Bilgisayarın, başlamak için ilk sonuçları eşleştirdiğini, ancak daha sonra haritayı yok ettiğini gördü. Birden jetonu düştü: Lorenz bilgisayara aynı girdileri ikinci aşamada yüklememiş, bu küçük farklılık da, sonraki birkaç hafta boyunca, tamamen değişik sonuçlar verip durmuştu...
Lorenz böylece, hava durumu gibi küçük olayların bazen çok büyük sonuçlar doğurabileceğini açıklayan "kaos teoremini" bulmuş oldu...
ATOM BOMBASI
Atom bombasını ilk kez yapmayı başaran ABD, ilk atom bombasını 16 Temmuz 1945′te New Jersey eyaletindeki Alamogordo hava üssünde patlattı. Bu patlamada inanılmaz derecede kuvvetli bir ışık16 km uzaklardaki dağları bile aydınlattı. Ateşten bir top 12,000 metreye yükseldi.
İkinci Dünya Savaşı’nda, savaş amacıyla kullanılan ilk atom bombası, 6 Ağustos 1945′te Japonya’da Hiroşima şehrine atıldı. Patlamada 66,000 kişi öldü, 69,000 kişi de yaralandı. Üç gün sonra Nagasaki’ye atılan atom bombası ise 37,000 kişiyi öldürdü, 40,000 kişiyi yaraladı.
Atom bombası patlatılınca, bir sarsma dalgası meydana gelir. Bu dalganın hızı ses hızından yüksektir. Atom bombası, genel olarak bu sarsma dalgasının etkisini artırmak için yerden yüksekte patlatılır. Bu dalga yere çarptıktan sonra yeniden yukarı doğru sıçrar. Böylece aşağı doğru inip çıkan yeni sarsma dalgalarının oluşmasına yol açar.
Diğer yandan bombanın patladığı yerdeki hava ısınır; büyük bir hızla genişleyerek bir boşluk meydana getirir. Bu boşluğu doldurmak için hücum eden soğuk hava, şiddetli bir kasırgaya yol açar. Böylece atom bombası, iki yönden yakıcı, yıkıcı bir kuvvetle binaları devirir, canlıları öldürür.
DAKTİLO
Daktilo, 19. yüzyılda Amerika’da bulundu. Daktilonun ilk örneklerine “tipograf” adı verilmişti. Tipograf 1829 yılında William Burt tarafından yapılmıştı. Bu makinenin birçok parçası tahtadandı. Harfleri bulabilmek için, yazı yazanın bir çerçeve üzerindeki kolu çevirmesi gerekiyordu. 1868 yıllarına doğru daha gelişmiş modeller yapıldı. İlk daktilo makinesini satın alanlar arasında yazar Mark Twain de vardı.
SABUN
Yağlı maddeleri suda, ayırma yoluyla yok etme özelliğine sahip olduğundan, lekeler ve kirler sabunla giderilir. Bu işlem, sodyum hidroksit denilen alkali bir maddenin, hayvansal (eskiden keçi içyağı) veya bitkisel bir yağlı madde üzerindeki etkisinden elde edilir.
İlkçağ’dan beri kullanılan sabun
Atalarımız hiç sabun kullanmazlardı: onun yerine kül, kil veya bitki özleri kullanırlardı. İlkçağ’da artık iyice bilinen sabun, ancak 1850′den itibaren sanayide büyük ölçüde üretilmeğe başladı ve gerçek anlamıyla kullanılabilir oldu.
Piyasada kalıp dediğimiz küçük parçalar halinde sunulan tuvalet sabunlarından başka, ev işlerinde kullanılmak üzere beyaz veya yeşil sabun; geniş yüzeyleri temizlemek üzere Arap sabunu; nazik çamaşırların yıkanmasında kullanılan toz deterjanlar ve onlara oranla daha yumuşak toz sabun da vardır. Son yenilik: yoğunluğu suyun yoğunluğundan az olan yüzer sabundur. Dolayısıyla, bu sabunu, banyoya düştüğü zaman yitirmek tehlikesi yoktur.

Hiç yorum yok

hakaret içeren ve alâkasız yorumlar yayınlanmayacaktır. Hukuki sorumluluk yorum sahibine aittir.