REKLAM ALANI

KHA HABERLER

'Zakir KAYA "Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî"

Mevlânâ'nın tasvir edildiği bir resim.
  1. Ay vurmuyorsa yüzüne, güneş vurmuyorsa pencerene kabahati ne Ay’da ne Güneş’te ara. Gözlerindeki perdeyi arala.
  2. Aşk; topuklarından etine kadar işlemiş bir nasır gibidir. Ya canın acıya acıya adım atacaksın, ya da canını acıta acıta söküp atacaksın. İki yolda da tek bir gerçek olacak; canın çok ama çok acıyacak.
  3. ♥ Gönül, han değil dergâhtır. Paldır küldür girip çıkılmaz, günahtır!
  4. İstiyorsan Hakk’a varmayı, meslek edin gönül almayı, bırak saraylarda mermer olmayı, toprak ol, bağrında güller yetişsin.
  5. ♥ Sen benim; bugünüme şükür ve yarınıma dua edişim, azla yetinişim, çoğa göz dikmeyişimsin.
  6. Bazen bitmek bilmeyen dertler yağmur olur üstüne yağar. Ama unutma ki, rengârenk gökkuşağı yağmurdan sonra çıkar.
  7. ♥ Nasibinde varsa alırsın karıncadan bile ders. Nasibinde yoksa bütün cihan önüne serilse sana ters!
  8. Biliyorum, sığmazsın hiçbir yere bu sevdayla, dünya sana dar. Ama dayan gönlüm! Dayan ki her gecenin mutlaka bir sabahı var.
  9. ♥ Ne kadar az yüksekten uçarsan, düştüğün zaman o kadar az incinirsin. Kibri bırak, alçakgönüllü ol.
  10. Irmağa deniz, denize okyanus sığmaz. Aşık olmayana anlatsan da ben sen anlamaz. Hakka ulaşmak için yol desen kimse inanmaz. Gönlünde zerre-i miskal şems olmayan yanmaz yanamaz.
  11. ♥ Ey gönül! Ne tuhaf değil mi? Bir ömür, şah damarından daha yakın bir sevgiliyi aramakla geçiyor.
  12. Elbet bizde biliriz lafı en inceden dokundurup, içini acıtmasını lakin kıyılıyoruz ama kıyamıyoruz sevdiklerimize işte.
  13. ♥ Aşk davaya benzer, cefa çekmek de şahide. Şahidin yoksa davayı kazanamazsın ki!
  14. Dediler ki gözden ırak olan gönülden de ırak olur dedim ki, gönle giren gözden ırak olsa ne olur.
  15. ♥ Hadi yaramı sarmaya merhemin yok. Yalandan da olsa gönül alamaz mısın?
  16. Suskunluğum asaletimdendir. Her lafa verecek bir cevabım var. Lakin bir lafa bakarım laf mı diye, bir de söyleyene bakarım adam mı diye!
  17. ♥ Aşk nedir bilmiyorsan gecelere sor, şu sapsarı yüzlere, şu kupkuru dudaklara sor.
  18. Üzülme! Çünkü yaradan umudu en çaresiz anlarda yollar. Unutma, yağmurun en şiddetlisi en kara bulutlardan çıkar.
  19. ♥ İnsanlar seni yanlış anladığında dert etme, duydukları senin sesin, fakat aklından geçirdikleri kendi düşünceleridir.
  20. Ey can; kimseyi kırma. Sözden ağırı yoktur. Beden çok yükü kaldırır ama gönül her sözü kaldıramaz!.
  21. ♥ Öyle bir ‘yâr’ sev ki evladım; elinde su tasıyla, iftarı bekleyen oruçlu gibi beklesin seni.
  22. Hayat sana arka arkaya dikenlerini gösteriyorsa sakın üzülme, aksine sevin. Çünkü çok yakında gülü de gösterecektir.
  23. ♥ Kalp deniz, dil kıyıdır. Denizde ne varsa kıyıya o vurur.
  24. Varlığın bana yetmiyorken, yokluğunla avunmak zorundayım. Ya al götür kalanımı, ya da gel, tamamla eksik kalan yanımı.
  25. ♥ Kapı açılır, sen yeter ki vurmayı bil. Ne zaman bilmem, sen yeter ki o kapıda durmayı bil.
  26. Minareden düşenin parçası bulunur, bulunur da; gönülden düşenin parçası bulunmaz.
  27. ♥ Üzülme herkes ölür kimi toprağa gömülür, kimi yüreğe.
  28. Aşıkların gönüllerinin yanışıyla gözyaşları olmasaydı, dünyada su da olmazdı, ateş de.
  29. ♥ Ya olduğun gibi görün, ya göründüğün gibi ol.
  30. Ey altın sırmalarla süslü elbiseler giymeye, kemer takmaya alışmış kişi. Sonunda sana da dikişsiz elbiseyi giydirecekler.
  31. ♥ Güneş herkesin üzerine eşit doğar ama gül başka, leş başka kokar.
  32. Senin aşktan yana nasibin varsa; dokunsan da yanacaksın dokunmasan da. İyi bil ki; bazıları hasrette yanar, bazıları vuslatta.
  33. ♥ Allah ile olduktan sonra ölüm de, ömür de hoştur.
  34. Aşk bir uçurumdan düşmek gibidir, bunun için sevgiliye “yar” denilir.
  35. ♥ Bize gözün değil, gönlün gördüğü yürek gerek.
  36. Toprak gibi sessiz olduğum an bil ki; şimşek gibi gökte gürlüyor feryadım.
  37. ♥ Aşk; sandığın kadar değil, yandığın kadardır.
  38. Ne kadar bilirsen bil, söylediklerin karşındakinin anlayabildiği kadardır.
  39. ♥ Aşk ebedi olan sevgiden gayrı her şeyi yakmaktır.
  40. Sabret ki her şey hissettiğin kadar derin ve sonsuz olsun. Sabret ki her şey gönlünce olsun.
  41. ♥ Asıl yar yaradandır, gerisi yaralayandır.
  42. Sen uzattığın eli tutmayan ele mi dargınsın. Yoksa onu tutmayacak birine uzattığın için kendine mi?
  43. ♥ Zor diyorsun, zor olacak ki imtihan olsun.
  44. Yanmak var, yanmak var. Odun yanınca kül olur, insan yanınca kul olur!
  45. ♥ Yürek yorulunca ter gözden akar.
  46. Ayıplarım seni ey gönül; hal bilmeze hal sorarsın, bülbül dururken kargadan gül sorarsın.
  47. ♥ Yüreğimiz kıymet bilene emanet.
  48. İnsanı gördüklerinden ibaret sayma, göremediklerinde ara. içidir hakikatin resmi, dışı sadece bir manzara.
  49. ♥ Kula bela gelmez hak yazmadıkça, hak bela yazmaz kul azmadıkça.
  50. Nice insanlar gördüm, üzerinde elbisesi yok. Nice elbiseler gördüm, içinde insan yok!
  51. ♥ Mum olmak kolay değildir, ışık saçmak için önce yanmak gerekir.
  52. Aşkın hikayesini durmaksızın feryat eden bülbüle değil, sessiz sedasız can veren pervanelere sor.
  53. ♥ Gülü gülene ver, kalbini sevene ver. Sevmek güzel şeydir kıymet bilene ver.
  54. Sus artık yeter! Sır perdelerini pek o kadar yırtma. Çünkü bize, kırıkları sarıp onarmak, sırları örtmek yaraşır.
  55. ♥ Ya kırdığın gönlü Allah seviyorsa? Bilemezsin, bilseydin ödün kopardı; dokunamazdın.
  56. Varlık peteğini ören arıdır. Arıyı vücuda getiren mum ve petek değildir. Arı biziz. Şekil sadece bizim imal ettiğimiz mumdur.
  57. ♥ Hangi tohum yere ekildi de bitmedi, ne diye insan tohumunda böyle bir şüpheye düşüyorsun? Testi taştan korkar ama o taş çeşme oldu mu, testiler her an ona gelmeye can atar.
  58. Aşk makamında “sus”la başlıyor tüm iç yanışlar. Yak bütün kelimeleri. Bir kelime kalsın avucunda. Onu da sımsıkı sar rüzgârlar savurmasın. Susmak olsun aşkın bir diğer ismi. Bil ki ne kadar suskunsan aşkın o denli güzel kalacaktır.
  59. ♥ Kötü bir döneme girdiğinde ve her şey sana karşı gibi göründüğünde, bir dakika bile dayanamayacakmışsın gibi geldiğinde sakın pes etme, çünkü işte orası gidişatın değişeceği yer ve zamandır.
  60. Bir insan bilmiyorsa ne istediğini, hem seni ziyan eder hem kendini. Dibini görmediğin suya dalmadığın gibi, emin olmadığın sevgiye teslim etme kendini.
  61. ♥ Kusur bulmak için bakma birine, bulmak için bakarsan bulursun, kusuru örtmeyi marifet edin kendine, işte o zaman kusursuz olursun.
  62. Oruç tutmak güçtür, çetindir ama Allah’ın kulu kendisinden uzaklaştırmasından, bir derde uğratmasından daha iyidir.
  63. ♥ Ayın, geceye sabretmesi, onu apaydın eder. Gülün, dikene sabretmesi, güle güzel bir koku verir. Aslanın, sabredip pislik içinde beklemesi, onu deve yavrusu ile doyurur.
  64. Canım bedenimde oldukça, kulum, köleyim, seçilmiş muhammet’in yolunun toprağıyım. Birisi sözlerimden bundan başka söz naklederse, o kişiden de bezmişim ben, o sözden de.
  65. ♥ Sevgiden, tortulu bulanık sular arı-duru bir hale gelir. Sevgiden, dertler şifa bulur. Sevgiden, ölüler dirilir. Sevgiden, padişahlar kul olur. Bu sevgi de bilgi neticesidir.
  66. İki parmağının ucunu gözüne koy. Bir şey görebiliyor musun dünyadan? Sen göremiyorsun diye bu evren yok değildir. Görememek ayıbı, göstermemek kusuru, uğursuz nefsin parmağına ait işte.
  67. ♥ Yol kesenler olmadıkça, lanetlenmiş şeytan bulunmadıkça, sabırlılar, gerçek erler, yoksulları doyuranlar nasıl belirir, anlaşılır?
  68. Birinin başına toprak saçsan başı yarılmaz. Suyu başına döksen, başı kırılmaz. Toprakla, suyla baş yarmak istiyorsan, toprağı suya karıştırıp kerpiç yapman gerek.

  1. Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî

    Mevlânâ'nın tasvir edildiği bir resim.
    DoğumHüseyin
    30 Eylül 1207
    BelhAfganistan (Harezmşahlar Devleti)
    Ölüm17 Aralık 1273 (66 yaşında)
    Flag of Sultanate of Rum.svg KonyaAnadolu Selçuklu Devleti
    Yaşadığı yerAnadolu
    MeslekŞair, düşünce adamı, mutasavvıf
    AkımSufilikMevlevîlik
    İlk eseriMesnevî-i Manevî

    Diğer meşhûr eserleri:
    Divân-ı Şems-i TebrizîFihi Ma-Fih,Mecalis-i Seb'a, ve Mekâtîb


    Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî (Farsçaمولانا جلال الدين رومي/Mevlânâ Celâleddîn-î Rûmî; 30 Eylül 1207, Belh- 17 Aralık 1273, Konya), şâir düşünce adamı vemutasavvıfTasavvufta Mevlevî yolunun öncüsüdür. Mevlana portresini ve Mevlana Türbesini ilk defa yaptıran Prenses Gürcü Hatun ile yakın dosttur. Bilinen tek Mevlânâ portresinin ve Mevlânâ türbelerinin ortaya çıkışı bu şekilde olmuştur.

    Kimliği

    Mevlânâ 30 Eylül 1207 tarihinde Horasan'ın Belh bölgesinde, bugün Tacikistan sınırları içinde kalanVahş kasabasında doğmuştur. Annesi, Belh Emiri Rükneddin'in kızı Mümine Hatun; babaannesi,Harezmşahlar hanedanından Fars Prensesi, Melîke-i Cihan Emetullah Sultan'dır.[1]
    Babası, "alimlerin sultânı" unvanı ile tanınmış, Muhammed Bahâeddin Veled; büyükbabası, Ahmed Hatîbî oğlu Hüseyin Hatîbî'dir. Babasına Sultânü'l-Ulemâ unvanının verilmesini kaynaklar Türk gelenekleri ile açıklamaktadır.[2] Etnik kökeni tartışmalı olup; Fars[3]Tacik[4] veya Türk[5] olduğu yönünde görüşler mevcuttur.
    Mevlânâ, dönemin İslâm kültür merkezlerinden Belh kentinde hocalık yapan ve Sultan-ül Ulema(Alîmlerin Sultânı) lakabıyla anılan Bahaeddin Veled'in oğludur. Mevlânâ, babası Bahaeddin Veled'in ölümünden bir yıl sonra, 1232 yılında Konya'ya gelen Seyyid Burhaneddin'in mânevi terbiyesi altına girmiş ve dokuz yıl ona hizmet etmiştir. 1273 yılında vefat etmiştir.
    Mevlânâ, yazdığı Mesnevî adlı eserinde kendi adını Muhammed bin Muhammed bin Hüseyin el-Belhî şeklinde vermiştir.[6] Burada yer alan Muhammed isimleri baba ve dedesinin ismi, Belhî ise doğduğu şehir olan Belh'e nispettir.[6] Lakabı Celâleddin’dir. “Efendimiz” anlamındaki “Mevlânâ” unvanı onu yüceltmek maksadıyla söylenmiştir.[6] Bir diğer lakabı olan Hudâvendigâr ise Mevlânâ'ya babası tarafından takılmıştır ve "sultan" manasına gelmektedir.[6] Mevlânâ, doğduğu kente nispetle Belhî şeklinde anıldığı gibi hayatını sürdürdüğü Anadolu'ya nispetle kendisine Rûmî de denmektedir.[6] Ayrıca müderrisliği nedeniyle Molla Hünkâr ve Mollâ-yı Rûm olarak da anılmaktaydı.[6]

    İnanç ve öğretileri


    Diğer bütün sufiler gibi Celâleddîn-i Rûmî'nin temel öğretisi tevhid düşüncesi etrafında örgülenir. Celalettin Rumi'nin, rabbine olan bağı ele alınarak rabbine duyduğu aşk ile ön plana çıkmıştır.
    Ana maddeler: Sufi metafiziği ve Hulul

    Yaşamı

    Babasının ölümüne kadar olan dönem

    Ana maddeler: Ferîdüddîn-i Attâr ve Mesnevi (Mevlânâ)

    Mevlana Müzesi,Konya
    Harzemşahlar hükümdarları Bahaeddin Veled'in halk üzerindeki etkisinden her zaman tedirgindi; çünkü o, insanlara son derece iyi davranır, ayrıca onlara her zaman anlayabilecekleri yorumlar getirir, derslerinde kesinlikle felsefe tartışmalarına girmezdi. Söylenceye göre, Bahaeddin Veled ile Harezmşahlar hükümdarı Alaeddin Muhammed Tökiş (ya da Tekiş) arasında geçen bir olaydan sonra Bahaeddin Veled ülkesini terk eder; Bahaeddin Veled bir gün dersinde, felsefeye ve felsefecilere şiddetle çatmış, onları İslâm dininde var olmayan bid'atlerleuğraşmakla suçlamıştı. Ünlü felsefeci Fahrettin Razî buna çok kızdı ve onu Muhammed Tökiş'e şikayet etti. Hükümdar, Razî'yi çok sayar ona özel olarak itibar ederdi. Razi'nin uyarıları ve halkın Bahaeddin Veled'e gösterdiği ilgi ve saygı bir araya gelince, kendi yerinden kuşkuya düşen Tökiş, Sultanü'l Ulemaya şehrin anahtarlarını göndererek şöyle dedirtti: Şeyhimiz eğer Belh ülkesini kabul ederse bugünden itibaren padişahlık, topraklar ve askerler onun olsun bana da başka bir ülkeye gitmem için müsaade etsin. Ben de oraya gidip yerleşeyim, çünkü bir ülkede iki padişahın bulunması doğru değildir. Allah'a hamdolsun ki ona iki türlü saltanat verilmiştir. Birincisi dünya ikincisi ahiret saltanatıdır. Eğer bu dünya saltanatını bize verip ondan vazgeçselerdi, bu çok geniş bir yardım ve büyük lütuf olacaktı.Bahaeddin Veled de :İslam sultanına selam söyle bu dünyanın fani ülkeleri, askerleri, hazineleri, taht ve talihleri padişahlara yaraşır biz dervişiz bize ülke ve saltanat uygun düşmez dedi ve ayrılmaya karar verdi. Sultan çok pişman olsa da Bahaeddin Veled'i kimse ikna edemedi (1212 ya da 1213).[7]
    • Nişapur kentinde ünlü şeyh Ferîdüddîn-i Attâr onları karşıladı. Aralarında küçük Celâleddîn'in de dinlediği konuşmalar geçti. AttârEsrarname (Sırlar Kitabı) adlı ünlü kitabını Celâleddîn'e hediye etti ve yanlarından ayrılırken küçük Celaleddin'i kastederek, yanındakilere "bir deniz bir ırmağın ardına düşmüş gidiyor" dedi. Bahaeddin Veled'e de, "umarım yakın bir gelecekte oğlunuz alem halkının gönlüne ateş verecek ve onları yakacaktır" diye bir açıklama yaptı (Mevlânâ Esrarname'yi her zaman yanında taşımış, Mesnevî'sinde Attâr'dan ve onun kıssalarından sık sık söz etmiştir).
    Kafile, Bağdat'ta üç gün kaldı; sonra hac için Arabistan'a yöneldi. Hac dönüşü, Şam'dan Anadolu'ya geçti ve ErzincanAkşehirLarende'de (günümüzde Karaman) konakladı. Bu konaklama, yedi yıl sürdü. On sekiz yaşına gelmiş olan Celalettin, Semerkandlı Lala Şerafettin'in kızı Gevher Hatun ile evlendi. Oğulları Mehmet Bahaeddin (Sultan Veled) ile Alaeddin Mehmet, Larende'de doğdular.Selçuklu sultanı Alaeddin Keykubat, sonunda Bahaeddin Veled'i ve Celâleddîn'i Konya'ya yerleşmeye razı etti. Onları yollarda karşıladı. Altınapa Medresesi'nde konuk etti. Başta hükümdar olmak üzere saray adamları, ordu ileri gelenleri, medreseliler ve halk, Bahaeddin Veled'e büyük bir saygıyla bağlandı ve müridi oldu. Bahaeddin Veled 1231'de Konya'da öldü ve Selçuklu Sarayı'ndagül bahçesi denilen yere defnedildi. Hükümdar yas tutarak bir hafta tahtına oturmadı. Kırk gün, imarethanelerde onun için yemek dağıtıldı.

    Babasının ölümünden sonraki dönemi

    Babasının vasiyeti, Selçuklu sultanının buyruğu ve Bahaeddin Veled'in müritlerinin ısrarlarıyla Celâleddîn babasının yerine geçti. Bir yıl süreyle ders, vaaz ve fetva verdi. Sonra, babasının öğrencilerinden Tebrizli Seyyid Burhaneddin Muhakkik Şems-î Tebrizî ile buluştu. Celaleddin'in oğluSultan Veled'in İbtidaname (Başlangıç Kitabı) adlı kitabında anlattığına göre Burhaneddin, Konya'daki bu buluşmada genç Celâleddîn'i o çağda geçerli İslam ilim dallarında sınava soktu; gösterdiği başarıdan sonra "bilgide eşin yok; gerçekten seçkin bir ersin. Ne var ki, baban hal ehli idi; sen kal (söz) ehlisin. Kal'i bırak, onun gibi hal sahibi ol. Buna çalış, ancak o zaman onun gerçek varisi olursun, ancak o zaman Güneş gibi alemi aydınlatabilirsin" dedi. Bu uyarıdan sonra, Celâleddîn 9 yıl boyunca Burhaneddin'e müritlik etti, seyr-û sülûk denen tarikât eğitiminden geçti.Halep ve Şam medreselerinde öğrenimini tamamladı, dönüşte Konya'da hocası Tebrizi'nin gözetiminde art arda üç kez çile çıkarttı, riyazete (her tür perhiz) başladı.
    Hocası Celalettin'in arzusunun hilafına Konyayı terkederek Kayseri'ye gitti ve 1241'de orada öldü. Celâleddîn, hocasını unutamadı. O'nun kitaplarını ve ders notlarını topladı. Ne varsa içindedir anlamına gelen Fihi-Ma Fihadlı yapıtında sık sık hocasından alıntılar yaptı. Beş yıl boyunca medresede fıkıh ve din bilimi okuttu, vaaz ve irşatlarını sürdürdü.

    Şems-i Tebrizi'ye bağlanma

    Ana maddeler: Şems-i Tebrizi ve Beyazid Bistâmî

    Mevlânâ Türbesi(Yeşil kubbe).
    1244'te Konya'nın ünlü Şeker Tacirleri Hanı'na (Şeker Furuşan) baştan ayağa karalar giymiş bir gezgin indi. Adı Şemsettin Muhammed Tebrizi(Tebrizli Şems) idi. Yaygın inanca göre Ebubekir Selebaf adlı Ümmî birşeyhin müridi idi. Gezici bir tüccar olduğunu söylüyordu. Sonradan Hacı Bektaş Veli’nin "Makalat(Sözler) adlı kitabında da anlattığına göre, bir aradığı vardı. Aradığını Konya'da bulacaktı, gönlü böyle diyordu. Yolculuk ve arayış bitmişti. Ders saatinin bitiminde İplikçi Medresesi'ne doğru yola çıktı ve Mevlânâ'yı atının üstünde danişmentleriyle birlikte gelirken buldu. Atın dizginlerini tutarak sordu ona:
    - Ey bilginler bilgini, söyle bana, Muhammed mi büyüktür, yoksaBeyâzîd Bistâmî mi?"
    Mevlânâ, yolunu kesen bu garip yolcudan çok etkilenmiş, sorduğu sorudan ötürü şaşırmıştı:
    - Bu nasıl sorudur?" diye kükredi. "O ki peygamberlerin sonuncusudur; O'nun yanında Beyâzîd Bistâmî'in sözü mü olur?"
    Bunun üstüne Tebrizli Şems şöyle dedi:
    - Neden Muhammed "Kalbim paslanır da bu yüzden Rabb'ime günde yetmiş kez istiğfar ederim" diyor da, Beyâzîd, "kendimi noksan sıfatlardan uzak tutarım, cüppemin içinde Allah'tan başka varlık yok' diyor; buna ne dersin?"
    Bu soruyu Mevlânâ şöyle karşıladı:
    - Muhammed her gün yetmiş mâkam aşıyordu. Her mâkamın yüceliğine vardığında önceki mâkam ve mertebedeki bilgisinin yetmezliğinden istiğfar ediyordu. Oysa Beyâzîd ulaştığı mâkamın yüceliğinde doyuma ulaştı ve kendinden geçti, gücü sınırlıydı.; onun için böyle konuştu".
    Tebrizli Şems bu yorum karşısında "Allah, Allah" diye haykırarak onu kucakladı. Evet, aradığı O'ydu. Kaynaklar, bu buluşmanın olduğu yeri Merec-el Bahreyn (iki denizin buluştuğu nokta) diye adlandırdı.
    Oradan birlikte Mevlânâ'nın seçkin müritlerinden Selahaddin Zerkub'un hücresine (medresedeki odası) gittiler ve halvet (iki kişilik kesin bir yalnızlık) oldular. Bu halvet süresi hayli uzun oldu ki kaynaklar 40 gün ile 6 aydan söz eder. Süre ne olursa olsun, Mevlânâ'nın yaşamında bu sırada büyük bir değişme oldu ve yepyeni bir kişilik, yepyeni bir görünüm ortaya çıktı. Mevlânâ artık vaazlarını, derslerini, görevlerini, zorunluluklarını, kısaca her davranışı, her eylemi terk etmişti. Her gün okuduğu kitapları bir yana bırakmış, dostlarını, müritlerini aramaz olmuştu. Konya'nın hemen her kesiminde, bu yeni duruma karşı bir itiraz, bir isyan havası esiyordu. Kimdi bu gelen derviş? Ne istiyordu? Mevlânâ ile hayranları arasına nasıl girmiş, ona bütün görevlerini nasıl unutturmuştu. Şikayetler, ayıplamalar o dereceye vardı ki, bazıları Tebrizli Şems'i ölümle bile tehdit ettiler. Olaylar böyle üzücü bir görünüm kazanınca, bir gün canı çok sıkılan Tebrizli Şems, Mevlânâ'ya Kur'an'dan bir ayet okudu. Ayet,
    İşte bu, sen ile ben'in arasındaki ayrılıktır. (Kehf Suresi, 78. ayet)
    anlamına geliyordu. Bu ayrılık gerçekleşti ve Tebrizli Şems bir gece habersizce Konya'yı terk etti (1245). Tebrizli Şems'in gidişinden son derece etkilenen Mevlânâ kimseyi görmek istememiş, kimseyi kabul etmemiş, yemeden içmeden kesilmiş, sema meclislerinden, dost toplantılarından büsbütün ayağını çekmişti. Özlem ve aşk dolu gazeller söylüyor, gidebileceği her yere gönderdiği ulaklar aracılığıyla Tebrizli Şems'i aratıyordu. Müritlerin bazıları pişmanlık duyup Mevlânâ'dan özür dilerken, bazıları da Tebrizli Şems'e büsbütün kızıp kinlenmekteydiler. Sonunda onun Şam'da olduğu öğrenildi. Sultan Veled ve yirmi kadar arkadaşı Tebrizli Şems'i alıp getirmek üzere acele Şam'a gittiler. Mevlânâ'nın geri dönmesi için yanıp yakardığı gazelleri ona sundular. Tebrizli Şems, Sultan Veled'in ricalarını kırmadı. Konya'ya dönünce kısa süreli bir barış yaşandı; aleyhinde olanlar gelip özür dilediler. Ama Mevlânâ ile Tebrizli Şems gene eski düzenlerini sürdürdüler. Ancak bu durum pek fazla uzun sürmedi. Dervişler, Mevlânâ 'yı Tebrizli Şems'ten uzak tutmaya çalışıyorlardı. Halk da Mevlânâ'ya Tebrizli Şems geldikten sonra ders ve vaaz vermeyi bıraktığı, sema veraksa başladığı, fıkıh bilginlerine özgü kıyafetini değiştirip Hint alacası renginde birhırka ve bal rengi bir küllah giydiği için kızıyordu. Tebrizli Şems'e karşı birleşenler arasında bu kez Mevlânâ'nın ikinci oğlu Alaeddin Çelebi'de vardı.
    Sonunda sabrı tükenen Tebrizli Şems "bu sefer öyle bir gideceğim ki, nerde olduğumu kimse bilmeyecek" deyip, 1247 yılında bir gün ortadan kayboldu (ama Eflaki onun kaybolmadığını, aralarında Mevlânâ'nın oğlu Alaeddin'in de bulunduğu bir grup tarafından öldürüldüğünü ileri sürer). Sultan Veled'in deyişine göre Mevlânâ adeta deliye dönmüştü; ama sonunda onun gene geleceğinden umudunu keserek yeniden derslerine, dostlarına, işlerine döndü. Tebrizli Şems'in türbesi Hacı Bektaş Dergahı'nda diğer Horasan Alperenleri'nin yanındadır.

    Selahattin Zerküb ve Mesnevi'nin yazılışı


    Mevlânâ Celâleddîn Rûmî'nin Mevlana Müzesi'nde bulunan türbesi, Konya.
    Bu dönemde Mevlânâ, Şems-i Tebrizi ile kendi benliğini özdeşleştirme deneyimini yaşıyordu (bu, bazı gazellerin taç beyitinde kendi adını kullanması gerekirken, Şems'in adını kullanmasından da anlaşılmaktadır). Aynı zamanda Mevlânâ kendine en yakın hemhal olarak (aynı hali paylaşan dost) Selahattin Zerküb'u seçmişti. Şems'in yokluk acısını onunla özdeşleştirdiği Selahattin Zerküb ile gideriyordu. Selahattin, erdemli ama okuması yazması olmayan bir kuyumcuydu. Aradan geçen kısa bir zaman içerisinde müritler de Şems yerine Selahattin'i hedef edindiler. Ne var ki Mevlâna ve Selahattin kendilerine karşı duyulan tepkiye aldırmadılar. Selahattin'in kızı "Fatma Hatun" ile Sultan Veled evlendirildi.
    Mevlânâ ile Selahattin on yıl süreyle bir arada bulundular. Selahattin'i öldürme girişimleri oldu ve bir gün Selahattin'in Mevlânâ'dan "bu vücut zindanından kurtulmak için izin istediği" rivâyeti yayıldı; üç gün sonra da Selahattin öldü (Aralık 1258). Selahattin cenazesinin ağlayarak değil, neyler ve kudümler çalınarak, sevinç ve şevk içinde kaldırılmasını vasiyet etmişti.[kaynak belirtilmeli]
    Selahattin'in ölümünden sonra, yerini Hüsamettin Çelebi aldı. Hüsamettin, Vefaiyye tarikatının kurucusu ve Tacu'l Arifin diye bilinen Ebu'l Vefa Kürdi'nin soyundan olup dedeleri Urmiye'den göçüp Konya'ya yerleşmişlerdi.[8] Hüsamettin'in babası, Konya yöresi ahilerinin reisiydi. Onun için, Hüsamettin Ahi Türk oğlu diye anılırdı. Varlıklı bir kişiydi ve Mevlânâ'ya mürit olduktan sonra bütün servetini onun müritleri için harcadı. Beraberlikleri Mevlânâ'nın ölümüne kadar on yıl sürdü. O aynı zamanda Vezir Ziyaettin tekkesinin de şeyhiydi ve böylece iki ayrı mâkam sahibiydi.
    İslâm tasavvufunun en önemli ve en büyük yapıtı kabul edilen Mesnevî-i Manevî (Mesnevî) Hüsamettin Çelebi aracılığıyla yazılmıştır. Bir gün birlikte sohbet ederlerken Çelebi bir konudan yakındı ve "müritler", dedi, "tasavvuf yolunda bir şeyler öğrenmek için ya Hâkim Senaî'nin Hadikaadlı kitabını okuyorlar ya Attâr'ın "İlâhînâme" 'sini, ve "Mantık-ut-Tayr" 'ını (Kuş Dili) okuyorlar. Oysa bizim de eğitici bir kitabımız olsaydı herkes bunu okuyacak ve ilâhi gerçekleri ilk elden öğrenecekti." Hüsamettin Çelebi sözünü bitirirken, Mevlânâ sarığının katları arasından bükülmüş bir kâğıt uzattı genç dostuna; Mesnevî 'nin ünlü ilk 18 beyti yazılmıştı ve hoca, müridine şöyle diyordu: "Ben başladım, gerisini sen yazarsan ben söylerim."
    Bu çalışma yıllar boyu sürdü. Yapıt, 25.700 beyitten oluşan 6 ciltlik bir bütündü. Tasavvuf öğretisini çeşitli öyküler aracılığıyla anlatıyor, olayları yorumlarken tasavvuf ilkelerini açıklıyordu. Mesnevîbittiği zaman artık epeyce yaşlanmış olan Mevlânâ yorgun düşmüş, ayrıca sağlığı da bozulmuştu. 17 Aralık 1273'te de vefat etti. Mevlânâ'nın vefat ettiği gün olan 17 Aralık, düğün gecesi anlamına gelen ve sevgilisi olan Rabb'ine kavuşma günü olduğu için Şeb-i Arûs olarak anılır.
    İlk eşi Gevher Hatun ölünce, Mevlânâ Konya'da ikinci kez Gera Hatun ile evlenmiş ve ondan Muzafferettin Alim Çelebi adında bir oğlu ve Fatma Melike Hatun adında bir kızı olmuştu. Mevlânâ'nın soyundan gelen Çelebiler, genellikle Sultan Veled'in oğlu Feridun Ulu Arif Çelebi'nin torunlarıdır; Fatma Melike Hatun'un torunlarıysa Mevlevîler arasında İnas Çelebi olarak anılırlar.

    Eleştiriler

    Edip Yüksel Celalettin Rumi'yi hikayelerindeki müstehcenlik, tevhide aykırılık ve Allah'tan vahiyaldığı şeklindeki ifadeleri dolayısıyla eleştirmiştir.[9] Selçuklu dönemi tarihçisi Mikail Bayram, Mevlana-Ahi Evran mücadelesine değinir ve Mevlana'yı moğollardan maaş alan bir moğol ajanı olmakla suçlar. O'na göre Ahi Evran ile Nasrettin hoca aynı kişidir ve Mevlana aynı zamanda; büyük bir devlet adamı, din bilgini ve filozof olan, ahi teşkilatı ve kesin olmamakla birlikte Anadolu'da moğol direnişinin örgütleyicisi Nasrettin Hoca'nın katilidir.[10]

    Dış okumalar[değiştir | kaynağı değiştir]

    •  Celalettin Rumi, Sadettin Merdin, Eleştirel

    Eserleri

    • Mesnevî
    • Büyük Divan "Divan-ı Kebir"
    • Fihi Ma-Fih "Ne varsa İçindedir"
    • Mecalis-i Seb'a "(Mevlana'nın 7 vaazı)"
    • Mektubat "(Mektuplar)"

    int Derleyen: Zakir KAYA

    Kaynakça

    • Gelişim Hachette, Cilt 7, sf.2715-2718, G .Y

Hiç yorum yok

hakaret içeren ve alâkasız yorumlar yayınlanmayacaktır. Hukuki sorumluluk yorum sahibine aittir.