REKLAM ALANI

KHA HABERLER

Barış mı ? Hemen Şimdi !...



Prof.Dr.Kamil Okyay SINDIR:::::

Bilindiği gibi, II. Büyük Emperyalist Paylaşım Savaşı, 1 Eylül 1939 tarihinde Faşist Nazi Almanya’sının Polonya'yı işgaliyle başlayan, Mayıs 1945’te son bulan ve ardında 52 milyonun üzerinde insanın can verdiği, milyonlarca yaralı ve sakat ve moloz yığını haline gelmiş kentler ile acı ve gözyaşı bırakan, insanlık tarihine kara gün olarak kayda giren bu en acımasız, en kanlı ve en kirli savaşın başladığı gün, yani 1 Eylül, Dünya Barış Günü olarak kabul edildi.
Sözlüklerde genel olarak “savaş, çatışma veya kavga halinde olmama durumu” olarak anlam bulan, dilimizden hiç düşürmediğimiz kutsal bir sözcük. Oysa ki bu tanım gerçekten yeterli mi “barış”ı anlatmaya? Sevginin olmadığı bir ortamda barıştan söz edilebilir mi ? İnsana mahsus hataları, eksikleri, kusurları hoş görebilme kültürümüzü yitirdiğimiz bir yaşamda “barış” olabilir mi ? Ya da insanların birbirinin haklarına “saygı” duymadığı bir ortamda ?
Ya “oligarşik” yönetimlerde, diğer bir deyişle sözüm ona “modern demokrasilerde kaçınılmaz bir sonuç” olarak ifade edilen küçük bir azınlığın devletin tüm kurumlarının yönetiminde bulunduğu rejimlerde ?
Cumhuriyet, demokrasi, halkın yönetimi, halkın seçimi ve benzeri karşı duyulamayacak kavram sözcüklerinin arkasında “Totaliter”, yani tüm yetkilerin merkezileştiği, diktatöryel bir anlayışla, düşünce ve ifade özgürlüğünün yok edildiği, yönetim ve yöneticiler aleyhindeki fikirlerin ortaya konamadığı, liderin tek güç olduğu, her şeyi bildiği, her şeye hakkı olduğu, hırsızlık yolsuzluk yapsa da tanrısal kabul edildiği, tehdidin, kuşkuların, korkuların, cezaların, ihbarların ve tacizlerin sıradanlaştığı, insanların benden olanlar ve benden olmayanlar diye birbirlerine karşı ötekileştirildiği rejimlerde “barış” olabilir mi ?
Mutlak monarşide, askeri rejimlerde, kısaca demokrasinin hiç bir kurum ve kurallarının işletilmediği “Otoriter” yönetim biçimlerinde “barış”tan söz edilebilir mi?
Peki ya;
• özgür düşüncenin ve düşünceyi ifade özgürlüğünün, bırakın kısıtlanmayı, yasaklandığı,
• özgür medyanın ve onun ilkeli kalemlerinin eser sayıda kaldığı, doğru, yeterli ve zamanında bilgilenme hakkının ve bunun gereği olan enformasyon kanallarının olmadığı veya yetersiz kaldığı,
• kadın, çocuk, engelli haklarının “örf, adet, anane, gelenek, görenek” ve benzeri kavramlara sığınarak, ayaklar altına alındığı, kadına yönelik şiddetin, namus ve töre cinayetlerinin veya cinsiyet çatışmasının her geçen gün artarak sürdüğü
• herhangi bir etnik, dini veya mezhepsel grubun diğerlerini baskıcı, yok sayıcı, yok edici anlayışla tahakküm altına aldığı
• temel hak ve özgürlüklerin çiğnendiği faşizme karşı mücadelede duyguların ve düşüncelerin ifade yöntemi olan miting, gösteri ve yürüyüş yasal haklarının dahi ihlal edildiği,
• emniyet güçlerinin asli görevi olan can ve mal güvenliğini ve insan haklarını korumak ve kollamak yerine, düzensizliğe, haksızlığa, adaletsizliğe, eşitsizliğe karşı yasal ve haklı mücadelelerini yerine getiren yurttaşlarına karşı toma’larıyla, biber gazlarıyla, coplarıyla, göz yaşartıcı bombalarıyla aşırı güç kullandığı ve gencecik canların yitirildiği,
• ekonomik kaygıların ekolojik kaygıların önüne geçtiği,
• doğanın katledildiği, talan edildiği, tüm canlıların yaşam haklarının elinden alındığı,
• kalkınma adına, sanayinin gelişimi veya madencilik faaliyetleri adına çıkarılan yasal düzenlemelerle, tarım alanlarının, zeytinliklerin, doğal yaşam alanlarının yok edildiği,
• fabrikalarda, tersanelerde, binlerce metre yerin altında kömür madenlerinde ölüme terkedilen ve hatta öldürülen, grev ve toplu iş sözleşmesi hakları ellerinden alınmış veya bu haklarını kullanma talepleri karşısında işinden, ekmeğinden olan işçilerin emekçilerin, milyonların olduğu,
• üreterek büyümek yolu ile özgürleşmenin yerine tüketerek sermayeye teslim olmanın muteber hale geldiği,
• sermayenin emek üzerindeki mutlak egemenliğinin pekiştiği, zengin ve yoksul arasındaki uçurumun daralmak yerine büyüdüğü, gelirin ve yaratılan değerin hakça paylaşımı yerine yoksula lütufkâr bir sadakaya dönüştürüldüğü,
• temel insan hak ve özgürlüklerine saygılı, herkes için eşit ve eşitlikçi, yasama ve yürütme erklerinden bağımsız yargı ve adalet sisteminin olmadığı, istenmediği veya totaliter yürütmenin kendi çıkarları için kurgulandığı,
• akıl ve bilimin ve bunun gereği doğruyu ve gerçeği arama özgürlüğünün yerini bağnazlığın, dogmanın, tartışılamaz mutlak “doğru”ların egemenliğinin aldığı,
• üniversitelerin bilimsel araştırma, geliştirme ve uygulama özgürlüğünün kısıtlandığı,
• geçmişte bir ülkenin/ülkeler grubunun bir başka ülke üzerindeki siyasi ve ekonomik tahakkümü olarak ifade bulan, ancak günümüzde daha çok ulusaşırı, çokuluslu büyük sermaye gruplarının, şirketlerin sömürüsü olarak adlandırılan emperyalizme karşı duruşun “vatan hainliği” olarak tanımlandığı,
• büyük önder Mustafa Kemal Atatürk’ün “yurtta barış, dünyada barış” söyleminin tersine komşularında, her geçen gün giderek büyüyen insanlık dışı katliamlara, körüklenen etnik ve mezhepsel ayırımcılığa, bölgeyi yeniden şekillendirme gibi emperyalist bir anlayışla ve çıkar beklentileri ile sessiz kalındığı,
• ezcümle, birarada, özgür, eşit ve kardeşçe yaşam ortamının yaratılamadığı, birbirimize koşulsuz şartsız “merhaba”, “günaydın”, “teşekkür ederim” sözcüklerini dahi söyleyemez olduğumuz
bir çevrede, ülkede ve dünyada “Barış”tan söz edilebilir mi ?
Barışı, gerçek anlamı ve evrensel insan ve yaşam hakları bütünlüğünde yaşayabilmek dileğiyle...

BARIŞ MI ?
HEMEN ŞİMDİ !...

Prof.Dr.Kamil Okyay SINDIR


Hiç yorum yok

hakaret içeren ve alâkasız yorumlar yayınlanmayacaktır. Hukuki sorumluluk yorum sahibine aittir.